Türkçe Yazılar

Tanrı'nın Hakkı Tanrı'ya

[5 Ocak 2005 tarihli Refarans gazetesinde yayınlandı] Sadece Rahşan Hanım'ın anti-misyoner salvosu değil, son yıllarda Türkiye'deki AB karşıtı garip çıkışların hemen hepsi, aslında "din elden gidiyor" endişesinden ziyade "statüko elden gidiyor" kaygısından doğuyor. Ancak bunu böyle açıkça, dürüstçe ifade etmek pek işe gelmediği için, statüko taraftarları, son çare olarak din gibi kutsal bir değeri kullanmayı tercih ediyorlar. Hem de son 80 yıldır din ve dindarlar üzerinde uygulanan baskıların mimarı sayılabilecek "Jakoben elit"in tam da kendileri veya uzantıları olmalarına rağmen. -------------------
"İsa onlara, 'Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin' dedi." (Matta İncili, 22:21) "Başkâhinler, 'Sezar'dan başka kralımız yok!' karşılığını verdiler." (Yuhanna İncili, 19:16)
Rahşan Ecevit'in "Ben bir Müslümanım, ülkemde Müslümanlığın gerilemesine razı olamam" diye başlayan demeci, bu haftanın önemli gündemlerinden birini oluşturdu. Rahşan Hanım'ı endişelendiren, Türkiye'deki Hıristiyanların dini ayinleriydi. "Ülkemizde kiliseler yer yer apartman katlarına kadar yayıldı" diyordu, "takkenin üzerine haç geliyor." Çoğu yorumcu bugüne kadar Islamiyet hakkında böylesi bir hassasiyet gösterdiği pek görülmemiş olan Rahşah Hanım'ın bu çıkışının, daha ziyade Avrupa Birliği fobisi ile ilgili olduğunu yazdı. Bence de öyle. Aslında sadece Rahşan Hanım'ın anti-misyoner salvosu değil, son yıllarda Türkiye'deki AB karşıtı garip çıkışların hemen hepsi, aslında "din elden gidiyor" endişesinden ziyade "statüko elden gidiyor" kaygısından doğuyor. Ancak bunu böyle açıkça, dürüstçe ifade etmek pek işe gelmediği için, statüko taraftarları, son çare olarak din gibi kutsal bir değeri kullanmayı tercih ediyorlar. Hem de son 80 yıldır din ve dindarlar üzerinde uygulanan baskıların mimarı sayılabilecek "Jakoben elit"in tam da kendileri veya uzantıları olmalarına rağmen. Oysa gerçek dindarlara Jakobenizm değil özgürlük lazım. Bu çelişkinin bir örneğini yakın zaman içinde Kıbrıs'ta yaşamıştık. Kıbrıs'ta Annan Planı'nın hararetli bir biçimde tartışıldığı, Rauf Denktaş'ın Doğu Perinçek ile benzer söylemler içinde Türkiye'yi arşınladığı günlerde, Kıbrıs Türkü'nü "gavur"a boyun eğdirmemek teması da bolca kullandı. Oysa aynı sırada, Kıbrıs'taki en kayda değer İslami figür sayılabilecek olan Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrisi ve izleyenleri, Güney Kıbrıs'la birleşerek Avrupa Birliği'ne girme yanlısıydılar. Sezar'ın Haddi Aslında tüm bu meseleleri doğru anlamak için, kavramsal çerçevesini doğru oturtmak gerekiyor. Türkiye'deki din tartışmalarının en kritik unsuru, seküler bir otorite olan Devlet'in, hiç de hakkı ve haddi olmadığı halde, dini istediği gibi tanımlamaya ve kontrol etmeye çalışmasıdır. Evet, devletin böyle bir yetkisi yoktur, çünkü insanın sonsuz yaşamını ve metafizik boyutunu açıklayan din; devletten önce var olan, ondan sonra da var olacak, ve onun iktidarını fazlasıyla aşan bir hakikatin ifadesidir. Batı literatüründe bu mesele, "Tanrı ve Sezar ayrımı" diye ifade edilir. Kaynağı da İncil'dir. İncil'e göre Hz. İsa'ya "Sezar'a vergi vermek Kutsal Yasa'ya uygun mu, değil mi?" diye sorarlar. O da "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin" der. Ancak "Sezar", yani seküler otorite, bazı kendisine verilenle (kendisine ödenen vergiyle, gösterilen siyasi tabiyetle) yetinmez. Daha fazlasını ister. Yönetimi altındakilerin kalplerini ve zihinlerini de kontrol etmeye kalkar. Türkiye'de de bu sorunu yaşadık ve hala yaşıyoruz. Bakın Rahşan Hanım'ın sözleri bile durumu ortaya koyuyor: Misyonerlere ateş püskürürken, muhafazakar Müslümanların kutsal gördükleri kıyafetlere laf etmekten geri durmamış. Türkiye'deki tüm dindarların ve tüm liberallerin meselesi, bu otoriter zihniyeti yenmektir. Misyonerliğin meşru bir hak olarak kabul edilmesi de bunun bir gereğidir. Bu, Tanrı'nın hakkını Sezar'dan kurtarmanın bir yoludur aslında. "Sezar'dan başka kralımız yok" diyenler dışında, herkes tarafından savunulmalıdır. Başta da mütedeyyin Müslümanlar tarafından... Rahşan Ecevit'in "ülkemizde kiliseler yer yer apartman katlarına kadar yayıldı" tepkisini alkışlama yanılgısına düşen mütedeyyin Müslümanlar ise, evlerinde topluca Kur'an okudukları için "dini ayin yapıyor" diye gözaltına alınan ninelerini hatırlamalıdırlar. Ve, ilkesel düşünmüyorlarsa bile, en azından şu pragmatik kuralı hatırlamalıdırlar: Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma!... Tabi ki Hıristiyanlığın yayılmasından gerçekten İslamiyet adına da endişe duyulabilir. Ama o durumda da yapılması gereken, İsa'yı gammazlayan başkahinler gibi "Sezar"a yaslanmak değil, İslam'ın doğruluğunu ve güzelliğini, yüzyılın dili, mantalitesi ve araçlarıyla kitlelere anlatmaktır.
All for Joomla All for Webmasters