Putin'in Dikenleri
[13 Ocak 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Rusya ile iyi ekonomik ilişkilere, ticarete devam. Ama siyasi anlamda bir "Moskova sevdası"na hayır...
Zaten bakın tarihe ve bugüne; Moskova'dan kime hayır gelmiş ve geliyor?
-----------------
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Moskova ziyareti çok başarılı geçti. Ruslar misafirperverlikte kusur etmediler. Resmi zevat ile birlikte Rus başkentine sefer düzenleyen Türk işadamları, yurda son derece memnun dönüyor. 2007 yılında iki ülke arasında 25 milyar dolar gibi dev bir ticaret hacmine ulaşılmasından söz ediliyor...
Bütün bunlar iyi, güzel. Ancak tüm bu Rus-Türk flörtünden ilham alarak, siyasi anlamda bir "Rus-Türk ekseni" hayallarine kapılanlar olabilir. Nitekim var da... Türkiye'nin ABD veya AB ile yakınlaşmasından "ulusalcılık" adına endişe duyanlar arasında, garip bir Rusya sevgisi göze çarpıyor. Geçenlerde MHP'nin duayenlerinden milletvekili Mehmet Gül, Washington ve Brüksel'e tepkisini dile getirirken Moskova'ya sıcak sinyaller göndermiş, Putin'i çok güvenilir bir lider olarak gördüğünü anlatmıştı.
Mehmet Gül'ünki, kişisel bir tavır değil. Putin Ankara'ya geldiğinde "MHP'nin kalesi" olan Gazi Üniversitesi'nde sol ve sağ uçlar birlikte "Avrasya" sloganı atmışlar, Yalçın Doğan'ın Hürriyet'teki sütununda yazdığı gibi, "Milliyetçilik mabedinden Putin'e selam" gönderilmişti.
Peki neden?
Çünkü devletin kutsallığı ve ulusal egemenliğin dokunulmazlığı gibi kavramlara başka her şeyden çok inanan aşırı sağın gözünde, Türkiye'yi demokratikleşmeye zorlayan AB ve ABD, son derece "zararlı" güçler. Kendisinden böyle bir zorlama gelmeyecek, aksine bizzat otoriterizmin sembolü durumundaki Putin Rusyası ise, çok daha sempatik geliyor onlara.
Bir tür "anti-demokratlar ittifakı" yani, gönüllerinde yatan...
"Moskova'nın Mussolinisi"
Putin hakkında "anti-demokrat" tanımını yapmak abartılı değil mi, diye soranlar olabilir. Hayır, değil. Az bile.
ABD'nin en ünlü strateji uzmanlarından biri olan, Carter döneminin Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski daha da ileri gitmiş ve Putin için "Moskova'nın Mussolini'si" demişti. Brzezinski, bundan bir kaç ay önce Wall Street Journal'da yayınlanan ve Referans'ın Fokus sayfalarında ele aldığımız yazısında şöyle diyordu:
"Kremlin, Rus otokrasisinin aşırı derece merkeziyetçi geleneğini temsil ediyor. Bu gelenek, her türlü bölgesel otonomiyi, herhangi bir adem-i merkeziyetçiliği tehlikeli görür. Siyasi çoğulculuğun sonunda Rusya'yı parçalayacağı yönündeki şovenist paranoyaya dayanır . . Bay Putin gibi KGB ürünleri için, Rusya'nın 'kudretli, tam güçlü' olabilmesi için, tepeden aşağı doğru yönetilmesi zorunludur."
İşte Türkiye'den "Putin' selam" gönderenler, onun temsil ettiği bu otoriter siyasi kültüre hayranlar.
Oysa bu kültürün ne kadar yıkıcı ve kan dökücü olduğunu Çeçenistan'da açıkça gördük. Orada akan kanlarda elbette teröre başvuran fanatik Çeçen grupların da rolü var; ama asıl sorumlu, bir bağımsızlık talebini "taş üstünde taş bırakmayarak" bastırmaya çalışan, acımasız Moskova yönetimi...
KGB, Zehir ve Kırım
Moskova'nın demir yumruğu, sadece Çeçenistan'ı vurmakla kalmıyor. Helsinki Komisyonu üyesi olan Amerikalı siyasetçi Christopher H. Smith'in dünkü Washington Times gazetesindeki yazısında belirttiği gibi, Putin "tüm eski Sovyet toprakları üzerindeki baskıcı yönetimler ve oligarşik grupların" dayanağı.
Bunun en son örneğini, Ukrayna'da gördük ve görmeye devam ediyoruz. Moskova destekli otoriter Yanukoviç, bir taraftan seçim hilesiyle bir taraftan da Bizans devrinden kalma ve KGB patentli "zehirleme" komplolarıyla demokratik rakibi Yuşenko'yu alt etmeye çalıştı.
Acaba MHP'li Mehmet Gül, Yanukoviç'i de seviyor mu? Oysa yarım asırdır "Moskova zulmü" altında ezilen Kırım Türkleri, var güçleriyle Yuşenko'yu destekliyorlar. Hiç olmazsa onlara kulak verelim...
Uzun sözün kısası:
Rusya ile iyi ekonomik ilişkilere, ticarete devam. Ama siyasi anlamda bir "Moskova sevdası"na hayır...
Zaten bakın tarihe ve bugüne; Moskova'dan kime hayır gelmiş ve geliyor?