Türkiye'nin Irak'ı İşgal Etme Hakkı Var Mı?
[10 Şubat 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
"Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması" ise başlı başına bir tehdit değil. Öyle bir devlet kurulur da, bu Türkiyeli Kürtler için "cazibe merkezi" olursa, o zaman bir tehditten söz edilebilir. Ancak öyle bir devlet kurulsa bile, Türkiyeli Kürtler bu ülkedeki özgürlüklerden, demokrasiden, ekonomik refah düzeyinden memnun iseleler, ortada bir "tehdit" olmaz.
-----------------
7 Şubat tarihli Radikal'de, Neşe Düzel'in Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin eski başkanı ve "MHP'nin müstakbel genel başkan adayı", siyaset bilimcisi Prof. Dr. Ümit Özdağ ile yaptığı hayli ilginç bir röportaj yayınlandı. Prof. Özdağ, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta bir "Kürt devleti"ni engellemek için bölgeyi işgal etmesini ve bunun için gerekirse ABD ile çatışmasını öneriyordu.
Bu fetihçi politika, salt Prof. Özdağ'ın kişisel görüşü değil. MHP çevrelerinde ve "şahin" dış politika yanlısı diğer mahfillerde oldukça yaygın. Yaygın olduğu kadar da hatalı. Nedenlerini birlikte inceleyelim.
İşgal hakkı?
Prof. Özdağ'ın görüşlerinin en çarpıcı yönü, Irak'taki seçimleri meşru saymayışı ve buradan bir "işgal gerekçesi" çıkarması. Ama seçimler sonucunda kurulacak hükümet, Türkiye'nin istediği gibi çizgi tutturursa, o zaman seçimleri meşru sayacağını söylüyor.
Bunun üzerine Neşe Düzel kendisine soruyor:
"Meşru saymadığımız seçim menfaatimize bir sonuç verirse o seçim meşru sayılacak, menfaatimize uygun sonuç vermezse meşru sayılmamaya devam edilecek. Öyle mi?"
Prof. Özdağ ise şöyle cevap veriyor:
"Gayet güzel öyle. Türkiye'nin yaşamsal çıkarları söz konusu olduğunda reel politikanın kaideleri geçerli olur."
Buradan da ister istemez şu genel sonuç çıkıyor: Eğer bir ülkede bir seçim yapılır da "Türkiye'nin yaşamsal çıkarlarına aykırı" bir iktidar başa gelirse, Türkiye bu ülkeyi işgal edebilir.
Yani örneğin Yunanistan'da istemediğimiz bir parti seçim kazanırsa, ve seçimde de belirli bir etnik grubun boykotu dolayısıyla şaibe varsa, "ordu Atina'ya" deyip komşumuzu işgale girişeceğiz.
Bunun "hukuksuzluk" ve dahası siyasi anlamda "çılgınlık" olduğunu anlatmak için fazla söze gerek var mı? Her ülke bu mantıkla hareket ederse, dünya tam bir savaş alanına dönmez mi?
"Türkmen katliamı" tehdidi var mı?
Kuzey Irak tartışmasındaki yanlışların bir diğeri, "tehlike"nin abartılması. Sayın Özdağ da "Eğer Kerkük'te Türkmen katliamı başlar ve Amerikan ordusu bunu seyrederse, Türkiye 1963, 64'te Kıbrıs'ta yaptığını yapmak zorundadır" demiş.
Oysa ortada bir "Türkmen katliamı" tehlikesi yok. Irak'ta bugün süregiden şiddet, Sünni üçgenindeki direnişçilerin, Amerikalılar'a, Şiiler'e ve Kürtler'e yönelik saldırılarından kaynaklanıyor. Kürtler'in Kerkük'teki nüfuslarını artırarak haksız şekilde "demografi değişikliği" yapmaya çalıştıkları doğru, ama bu "Türkmen katliamı" gibi bir anlam içermiyor. Aksine, Kuzey Irak'taki iki önemli Kürt liderden biri olan, hatta kurulan yeni rejimde Cumhurbaşkanı olması ihtimali bulunan Celal Talabani, geçenlerde şöyle bir açıklama yaptı:
"Kerkük'ün Kürtler ve Türkmenler arasındaki bir kardeşlik kenti olacağına inanıyorum. İnanıyorum ki bunu gelecek de gösterecektir... Biz Kürtler inanıyoruz ki; Bu coğrafyada, özellikle Kerkük'te hepimiz kardeşiz. Kerkük'te, Kürt çoğunluğun öbür azınlıklara baskı kurmasını biz de istemiyoruz. Çünkü Kerkük'te yaşayan Kürtler, Türkmenler ve Araplar barış içinde yaşadılar ve hep öyle kalacaklar."
Aslında eğer Türkmenleri tehlike altına sokacak bir şey varsa, o da Ankara'nın Türkmenleri "Kürtlere karşı koz" olarak göstermesi olur. Cengiz Çandar, Tercüman'daki köşesinde durumu gayet doğru analiz etmiş:
"Türkiye'de 'Kerkük' için 'Türkmenler üzerinden' yapılacak politika, bir 'anti-Amerikan' ve 'anti-Kürt' politika olursa, sonuç vermez. Hatta, bu politika, en başta Kerkük'teki Türkmenlerin esenliğine hizmet etmez. Niçin? Çünkü, Irak'taki ve bölgedeki 'yeni güçler dengesi'ne aykırı."
Tehlike, Türkiye mozaiğinin parçalanması
Bu konudaki başka hatalı yaklaşım, Türkmenler'in "soydaşımız" olarak gösterilirken, Kürtlerin sanki bizle hiç bir ilgisi olmayan yabancı bir halk gibi görülmesi. Oysa Kuzey Iraklı Kürtler de bizim soydaşımız.
Türkiye, Prof. Özdağ'ın selefi Alparslan Türkeş'in hiç de sevmediği ancak bir o kadar doğru olan tabirle bir "mozaik". Kuzey Iraklı Kürtler de, Türkiye mozağinin, 1925 yılındaki bir dizi talihsiz olay yüzünden dışarıda kalmış parçaları. Boşnaklar veya Arnavutlar bizim için ne kadar değerli ve önemliyse, Kuzey Irak'taki Kürtler de öyle olmalı.
Kuzey Irak tartışmalarındaki bir diğer yanlış da, Türkiye'nin önündeki tehlikenin yanlış tarif edilmesi. Türkiye'nin önünde aslında etnik yönden tek bir gerçek tehdit var: Kürt kökenli vatandaşlarımızın, artık bu ülkede yaşamak istemeyip, "bağımsızlık" peşine düşmeleri.
"Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması" ise başlı başına bir tehdit değil. Öyle bir devlet kurulur da, bu Türkiyeli Kürtler için "cazibe merkezi" olursa, o zaman bir tehditten söz edilebilir. Ancak öyle bir devlet kurulsa bile, Türkiyeli Kürtler bu ülkedeki özgürlüklerden, demokrasiden, ekonomik refah düzeyinden memnun iseleler, ortada bir "tehdit" olmaz.
Irak'taki Kürt kazanımlarına karşı gösterilen abartılı tepkiler ise, bir yandan yanlış bir tehdit algılaması içinde Türkiye'yi fetihçi bir maceraya iterken, bir yandan da asıl tehditi körüklüyor: Kuzey Iraklı Kürtlere karşı bu denli hasmane davranıldığını gören Kürt vatandaşlarımız, bu "üslup"tan inciniyorlar.
Mafyayı ithal mı ettik?
Prof. Özdağ, Neşe Düzel'in sorularını yanıtlarken bir de şöyle demiş:
"Metropollerdeki mafyalaşma olayları Türkiye'nin kanunlarını AB çerçevesinde gereksiz yere liberalleştirmesinin, polisin yetkilerinin alınmasının bir sonucu."
Oysaki Türkiye'nin kanunları "AB çerçevesinde" henüz son bir kaç yılda liberalleştirildi, mafyalaşma ise onyıllardır var. "Ülkücü mafya"yı AB'den ithal etmedik. Susurluk'la ortaya çıkan kirli ilişkileri de... Bütün bunlar "liberallik" yüzünden değil, aksine liberalliğin, şeffaflığın, demokrasinin eksikliği yüzünden var.
Bu eksikliği ne kadar giderirsek, Türkiye'nin geleceği o kadar aydınlık olacak. Özgürlüğe, kardeşliğe, barışa, güvene ihtiyacımız var. Demir yumruklara değil...