Türkçe Yazılar

"Türkiye Daha İslami olacak, Avrupa İse Türkleşecek"

[19 Kasım 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı] Siyasal İslamcılığın muhafazakarlığa dönüşmesinden sonra, artık "çağdaşlık" adına dinin kısıtlanmasını savunmanın bir gerekçesi yok. Eğer "çağdaşlık", dine yönelik felsefi bir karşıtlığı ifade etmek için kullanılan bir örtü değilse.. ------------------ Atlantic Monthly, ABD'nin en önemli düşünce dergilerinden biri. Robert D. Kaplan ise, bu derginin en önemli yorumcusu ve Amerika'nın kayda değer gazetecilerinden. Uluslararası ilişkiler konusundaki kitapları, her zaman çok ses getirdi, "çok satanlar" listelerine girdi. Kaplan'ın Atlantic Monthly'nin Aralık sayısı için kaleme aldığı "Brüksel'in Kapılarında" başlıklı yazı da özellikle Türkiye ile ilgili çevrelerde ses getireceğe benziyor. Kaplan, yazının spotunda tezini şöyle özetliyor çünkü: "Eğer Tayyip Erdoğan başarılı olursa, hem Türkiye daha İslami olacak, hem de Avrupa daha fazla Türkleşecek. Her ikisi de iyi haber." Osmanlı'nın Hoşgörüsü Kaplan'ın "Türkiye daha İslami olacak" derken kastettiği, bizdeki "şeriat devleti" endişesinin aksine, Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan, çok-etnisiteli ve hoşgörülü geleneğin modern bir versiyonunun hayata geçirilmesi. Sökonusu gelenek Kaplan tarafından şöyle vurgulanıyor: "Kim demiş imparatorluklar kötüdür diye? Çok-etnisiteli Osmanlı imparatorluğu, aynen Avusturya'daki Habsburg İmparatorluğu gibi, bünyesindeki azınlıklara karşı kendisinden sonra gelecek devletlere göre daha hoşgörülüydü. Osmanlı Hilafeti, Türkleri, Kürtleri ve diğer Müslümanları kucaklarken, Hıristiyan Ermenilere ve Yahudilere tolerans gösterdi. İmparatorluğu yıkıma sürükleyen, seküler zihiyetli ve modernleşmeci 'Jön Türk' politikacılar aynı şekilde davranmadılar." Kaplan Osmanlı'nın çökmesinin sadece Osmanlı coğrafyasındaki farklı etnik kimlikler için değil, doğrudan İslam'ın kendisi için de çok zararlı olduğunu yazıyor: "İslam dünyasının yönü, 1071'deki Malazgirt zaferinden beridir Türkler'e dönüktü. Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra ise Arap ve İran etkisi arttı. (Dahası) 1924'te Hilafet'in kaldırılmasının ardından Müslümanlığı yorumlayacak uluslararası bir otorite kalmadı. Bunun ardından gelen doktrinsel mücadelede, daha radikal olan yorumlar galip çıktı." Peki Kaplan'ın Atatürk'e ve erken dönem Cumhuriyet'e bakışı nasıl? "Bu konuları Amerikalılar'dan mı öğreneceğiz" diye düşünenler olabilir. Haklı da olabilirler. Ama bu konudaki "Amerikan algısı"nın ne olduğunu bilmek de önemli. Kaplan, bu algıyı kendi adına şöyle dile getiriyor: "I. Dünya Savaşı'nı izleyen anarşi ve işgalin ardından, Mustafa Kemal Atatürk'ün katı seküler rejimi kuruldu. Bu rejim istikrar ve Batı yönelimli bir istikamet sağladı, ama bunun için de kayda değer bir bedel ödendi. Bu bedel, militarize bir devlet yapısı ve İslam'ın bastırılmasıydı, ki bunun sonucunda Anadolu köylüsü ve çalışan sınıf taciz oldu." Turgut Özal ve Neo-Osmanlıcılık Kaplan, daha sonraki dönemde Türkiye'de demokrasinin yavaş ve sancılı olsa da geliştiğini ve bunun Osmanlı geleneğinin bazı önemli unsurlarının yeniden etkili olmasını sağladığını yazıyor. Özellikle Turgut Özal hakkındaki yorumları bu çizgide. Kaplan'a göre 90'lı yıllarda yeni-Osmanlıcılık fikrini savunan Özal, Türkleri ve Kürtlerin ortak İslami kimliğine vurgu yaparak Kürt sorununa çözüm bulmayı düşünüyordu. Ama 93 yılındaki vefatı buna engel oldu ve o tarihten sonra, 2002'deki AKP iktidarına kadar, Türkiye'de işler hep "yokuş aşağı" gitti. Kaplan, bunun ardından da AKP'nin doğuşunu, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının "Türk İslamcılığının Büyük Yaşlı Adamı" diye tanımladığı Erbakan'dan ayrılışını anlatıyor. Ona göre AKP'de ifade bulan "ılımlı, reformist İslam, Fas'tan Endonezya'ya kadar uzanan Müslümanlar için, 21. yüzyılın sosyal ve politik realiteleriyle uzlaşmak adına en büyük fırsat." Avrupa İçin Fırsat Peki tüm bunlar Avrupa için ne ifade ediyor? Daha önceki bir yazımda bazı Avrupalıların kıtada giderek artan Müslüman nüfustan endişe ettiğini, Türkiye'nin AB üyeliğinden de bu nedenle çekindiklerini belirtmiştim. Kaplan da buna işaret ediyor ve ardından doğru cevabı veriyor: Avrupa'nın İslam ile bütünleşmesi kaçınılmaz ve bu durumda Türk İslamı, kıta için en iyi alternatif... Kaplan AB'nin Türkiye'yi bünyesine aldığında, buradaki ılımlı İslam kültürünü daha da modernleştireceğine, aksi takdirde ise Türkiye'deki Batı karşıtı radikal grupları desteklemiş olacağına işaret ediyor. Ve yazısını şu ilginç yorumla bitiriyor: "Türkiye'nin, ülkenin Osmanlı köklerinin yeniden keşfedilmesi yoluyla yeniden-İslamileşmesi, zaten bir şekilde gerçekleşekti. Sekülerizasyon fazla ileri gitmişti. Tek soru, Kemalizm'den bir şekilde yapılacak olan bu kısıtlamanın radikal mi yoksa ılımlı mı bir çizgide gelişeceğiydi. Erdoğan'ın politik eğilimi, ikinci seçeneği gösteriyor. Avrupa bu fırsatı değerlendirmeli." Kaplan'ın bu yorumu yaparken kullandığı mantığı ilerletirsek, şu yorumu da çıkabiliriz: Kemalizm, Türkiye'yi modernleşme ve demokratikleşme rayına oturtmak için yapılmış bir devrimin öğretisiydi. Ancak her devrimin ardından bir normalleşme gelir, gereklidir de. Bu normalleşme çerçevesinde, eskiden modernleşme ve demokratikleşme önünde bir engel olarak görülen İslam'a yönelik sınırlamaların da kaldırılması gerekir. (Örneğin "kamusal alan"ı "kurtarılmış bölge" saymaktan vazgeçmek lazım.) Çünkü dikkat edilirse İslam'a göre yaşayan insanlarımızın çoğu da modernleşme ve demokratikleşmeyi benimsemiş durumdalar. Hatta AKP örneğinde görüldüğü gibi, bunun öncüsü halindeler. Dolayısıyla artık "çağdaşlık" adına dinin kısıtlanmasını savunmanın bir gerekçesi yok. Eğer "çağdaşlık", dine yönelik felsefi bir karşıtlığı ifade etmek için kullanılan bir örtü değilse.. Kinzer: Erdoğan Geçmişteki 'Laik' Liderlerden Daha Demokrat Uzun yıllar New York Times gazetesinin Türkiye muhabirliğini yürütmüş olan, Türkiye hakkındaki "Hilal ve Yıldız" adlı kitabın yazarı Stephen Kinzer de Türkiye'nin AB süreci hakkında önemli yorumlar sunuyor. New York Times'in kitap yorumları ilavesinde yayınlanan "Türkiye Başaracak mı" başlıklı yazısında, Kinzer şöyle diyor: "Tayip Erdoğan'ın geçen yılın Mart ayında başbakanlık koltuğuna oturmasından bu yana, Türkiye şaşırtıcı derecede köklü değişimler yaşadı. Erdoğan, Türkiye'yi demokrasi yolunda daha önceki çeyrek yüzyılda ilerlediğinden daha fazla ilerletti. Bugünün Türkiyesi, dört yıl öncesine kadar yaşadığım ülkeyle kıyaslandığında neredeyse tanınmayacak durumda." Kinzer bu büyük değişimleri sayarken, idam cezasının ve DGM'lerin kaldırılması, düşünce özgürlüğünün güçlendirilmesi, askeri bütçenin sivil denetim altına alınması, Kürtçe yayın özgürlüğü, Kıbrıs konusunda 30 yıllık politikaların değişmesi gibi örnekler veriyor. Buradan vardığı nokta ise ilginç: "Erdoğan, 1990'lardan bu yana Türkiye'yi yöneten 'laik' liderlerden daha demokrat olduğunu göstermiş durumda." Peki ya Başbakan'ın bazı Türklerde "irtica" endişelerine neden olan dindarlığı? Kinzer bu konuda da şöyle diyor: "Erdoğan her gün ibadet ediyor ve eşi başörtülü. İslam'a bu denli sıkı biçimde tutunarak ve bir yandan da ülkesini demokrasiye doğru çekerek, aslında bu ikisinin birbiriyle uyumlu olmadığı yönündeki görüşü çürütmüş oluyor." Kinzer, Türkiye'nin süregiden sorunlarına da değiniyor elbette: Kadınların toplumdaki rolünün yeterince düzeltilmemiş olması, kadına karşı şiddetin hala yaygın oluşu, "Türkiye'de düşünce daha önce hiç olmadığı kadar özgür olsa da, bazı savcı ve hakimlerin hala eski alışkanlıklarla hareket etmesi" gibi.
All for Joomla All for Webmasters