Brüksel Abant Ve Kürtler
[10 Aralık 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü, Abant Platformu'nda neler konuşulduğunu yazarken, benim, orada "Türkiye, Kürtlere asimilasyon yaptığını kabul etmek zorundadır, mesela dil asimilasyonu. Bunun çözümlenmesi şart artık" dediğimi de belirtmiş. Evet, doğru, buna benzer bir şey söyledim. Ama bundan dolayı dehşete kapılmayı gerektiren bir durum yok...
---------------------------
3-4 Aralık tarihlerinde Brüksel'de Avrupa Birliği Parlamentosu'nda düzelenen Abant Platformu, son derece önemli bir toplantıydı. Türkiye'den ve Avrupa'dan gelen 200 katılımcı, AB'ye üyelik sürecimizi ve bununla ilgili konuları entellektüel bir zeminde tartıştı. Ben de konuşmacılardan biri olarak oradaydım.
Brüksel'den sonra doğrudan İsrail'e geçtiğim için, Abant'ın değerlendirmesini bir hafta gecikmeli olarak yazıyorum. İsrail'den bazı önemli notları da önümüzdeki günlerde size aktaracağım.
Türkiye'deki farklı entellektüel eğilimleri bir araya getirip, tümünden güçlü bir "sinerji" oluşturan Abant Platformu, bir önceki zirvesinde Washington D.C.'ye taşınmıştı. Bu kez de çok isabetli bir kararla Avrupa Birliği'nin merkezinde, Brüksel'de toplandı.
İki gün boyunca devam eden toplantıda, Türkiye'nin neden AB'ye tam üye olması gerektiğini anlatan son derece derinlikli yorumların yanında, bu üyeliğe karşı çıkan Avrupalıların da argümanlarını dinledik. Bu argümanları sakin, saygılı ve hoşgörülü şekilde dinlemeye ve akılcı biçimde cevaplandırmaya alışmamız gerekiyor. Bunun eksikliği, çok hafif de olsa, biraz hissedildi Abant'ta...
Toplantının konuşmacılardan biri olan Fransa Metropoliti Adamakis'in Fener Patrikhanesi için kullandığı "ekümenik" sıfatı da, alışıldığı üzere Türkiye'de tartışma nedeni oldu. Çeşitli kanaat önderleri, bir kez daha, Fener Patrikhanesi'nin neden "ekümenik" olamayacağını anlatmaya giriştiler. İnsanların, kendilerinde mensup olmadıkları bir dinin kurumlarını tanımlama yetkisi vehmetmeleri garip değil mi?...
Kürtler Asimile Edildi mi?
Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü, Abant Platformu'nda neler konuşulduğunu yazarken, benim, orada "Türkiye, Kürtlere asimilasyon yaptığını kabul etmek zorundadır, mesela dil asimilasyonu. Bunun çözümlenmesi şart artık" dediğimi de belirtmiş. Evet, doğru, buna benzer bir şey söyledim. Bunu, benden önce söz alan bir katılımcının "Türkiye'de Kürt sorunu yoktur, Kürt de yoktur" demesi üzerine yaptım. Karadenizli bir iş adamı olduğunu belirten aynı katılımcı kahve arasında bana Kürtlerin "uydurma" bir etnik grup olup aslında öz be öz Türk olduklarını da hafif öfkeli biçimde "izah etti".
Güler hanım da benim Kürtler hakkındaki sözlerimi "nabız artışını yükselten" alıntılar arasında belirterek, benzer bir öfke yaşadığı izlenimi veriyor.
Tabii ki istediği gibi düşünebilir ve hissedebilir. Ancak ne demek istediğimi biraz daha açarsam, böyle bir nabız artışına gerek olmadığı da görülebilir sanırım.
Görünen o ki bu konudaki sorun, "asimilasyon" kelimesinin bazılarını dehşete kaptırmasından kaynaklanıyor. Oysa asimilasyon illa ki kötü bir şey olmadığı gibi, Kürtlerin Türkiye'deki durumlarını tarif eden teknik bir terimden öte bir anlam taşımıyor. Abant Platformu'ndaki konuşmamda da belirttiğim gibi, Türkiye'nin son 80 yıldır kendi halkını homojenleştirme (tek tipleştirme) politikası güttüğü, açık, bilinen bir gerçek. Atatürk'ün kullandığı tabirlerle "Türkiye halkı"nı oluşturan "İslam unsurlarına", tek bir Türk kimliği kazandırılmak istendi. Bu ise şaşırtıcı bir şey değil; ulus devletlerin çoğu zaten benzer politikalar izledi ve halen de izliyor.
Bu homojenleştirme politikası Kürtlere de uygulandı. Onların da önemli bir bölümü bunu benimsedi; Türkiye toplumu içinde eriyerek, gerek dil gerekse kültürel yönden Türkleştiler. Ama bir kısmı da Kürt dilini ve kimliğini korudu. İşte zaten bu nedenle bugün Kürtçe şarkı söylüyor, yayın yapıyor, kurslar açıyorlar.
Söz konusu "Türkleşme"ye, sosyal bilim dilinde "asimilasyon" denir. Başta belirttiğim gibi illaki kötü bir şey de değildir. Önemli olan, asimilasyonun; ekonomik entegrasyon, kültürel etkileşim, eğitim gibi olumlu yöntemlerle mi; yoksa zoraki mi gerçekleştiğidir. Geçmiş Türkiye hükümetlerinin bazıları Kürtçe'yi yasaklayarak, dahası "Kürt" terimini bile kabul etmeyerek, "zoraki" denebilecek yöntemlere başvurdu. Ama bu yöntemler ters teperek Kürt milliyetçiliğini körükledi. Artık bunu görerek, Kürt vatandaşlarımızı, kendi dillerini ve kimliklerini koruyacak ancak "Türklük" üst kimliği altında ülkenin kalanı ile entegre edecek bir politika izlememiz gerekiyor. Zaten mevcut politika da, iyi ki, o yönde.