Arafat'ın Dramı
[23 Kasım 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Arafat'ın dramı, bizlere terörizmin yanısıra bir de "maksimalizm"in yıkıcılığını gösteriyor. Yani, siyasi bir sorunda, hep en fazlasını istemek ve bundan azıyla yetinmemek. Çoğu Filistinli'nin maksimalist hedefi, İsrail'i denize döküp tüm Filistin'i yeniden kazanmak. Oysaki bu gerçekçi değil. Dahası Yahudilere karşı yeni bir "soykırım" öngördüğü için insancıl ve kabul edilebilir değil.
Eğer 2000 yılında ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı Ehud Barak tarafından Camp David'de kendisine önerilen Filistin Devleti formülünü kabul etseydi, Yaser Arafat bugün meşru bir devletin meşru başkanı olarak vefat etmiş olacaktı. O zirvede sunulan formül, yarım yüzyılı aşkın bir süredir kanayan Filistin sorununa iki devletli bir çözüm öneriyordu: Filistinliler Batı Şeria ve Gazze'nin tamamına yakınını kapsayan, başkenti de Kudüs olan bir devlete sahip olacaklardı. Arafat, herkesi şaşırtarak, plana "hayır" dedi. Tabi kendi nedenleri vardı; sürgündeki Filistinlilere geri dönüş hakkı verilmemesini kabul edememişti örneğin. Ama İsrail'den bundan daha iyisini alması mümkün değildi. Ve Camp David'de "hayır" demekle, Arafat, 1993'te Oslo'da başlayan Barış Süreci'nin ölümüne imza atmış oldu.
Sonraki görüşmeler fayda etmedi ve zaten çok geçmeden ılımlı Ehud Barak'ın yerine şahin Ariel Şaron iktidara geldi. İsrail'in sivillerini hunharca hedef alan "İkinci İntifada" ve Şaron yönetiminin sivil ölümlerine hiç de aldırmayan "teröre karşı savaşı", İsrail/Filistin'i bir kez daha kana boğdu.
Arafat ise, bu dönemde bir kez daha "terör"le özdeşleşti. Gerçekten öyle miydi, Hamas veya İslami Cihad'ın intihar bombacılarını Arafat gerçekten el altından destekliyor muydu; bu tartışmalı bir konu. Belki gerçek zamanla ortaya çıkacak. Ancak şimdiden açıkça ortada olan bir gerçek var ki, o da terörizmin çıkmaz yol olduğu. İsrailli kadınları, çocukları, yaşlıları öldüren, otobüsleri ve restoranları havaya uçuran Filistinli teröristler ne elde ediyorlar ki? Masumların canına kıymak ve yeni İsrail misillemelerine davetiye çıkarmaktan başka...
Arafat'ın dramı, bizlere terörizmin yanısıra bir de "maksimalizm"in yıkıcılığını gösteriyor. Yani, siyasi bir sorunda, hep en fazlasını istemek ve bundan azıyla yetinmemek. Çoğu Filistinli'nin maksimalist hedefi, İsrail'i denize döküp tüm Filistin'i yeniden kazanmak. Oysaki bu gerçekçi değil. Dahası Yahudilere karşı yeni bir "soykırım" öngördüğü için insancıl ve kabul edilebilir değil. Filistinlilerin İsrail'in varlığını kabul etmeleri, "ya hep ya hiç" diye değil, "hiç yoktan iyidir" mantığıyla düşünmeleri gerekiyor. Arafat İsrail'in var olma hakkını kabul etmekle çok önemli bir adım atmıştı.
Umarım Arafat'tan sonra gelecek Filistin liderliği, haklı ve onurlu bir dava olan Filistin davasını, İsrail'in sivil vatandaşlarına yönelik o cani intihar saldırılarıyla kirlenmekten kurtarabilir. Ve yarım yüzyılı aşkın bir süredir acı çeken, mazlum Filistin halkına, maksimalist değil, ama makul bir devlet kazandırıp Ortadoğu'ya barış getirebilir. Buna, tüm Filistinlilerin, İsraillilerin, Ortadoğuluların ve dahası tüm dünyanın acilen ihtiyacı var.