(ABD Seçimlerini) Muhafazakarlık Kazandı
[4 Kasım 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Kısacası Bush'un zaferiyle birlikte, ABD'de zaten güçlü olan muhafazakarlık, biraz daha da güçlendi. Dünyanın en modern ve gelişmiş ülkesi olan Amerika'nın, aynı zamanda da en dindar toplumlardan biri olduğu, bir kez daha tescillendi. Acaba bu durum, "muasır medeniyet"in de - bizdeki geleneksel "Aydınlanmacı" zihniyetin varsayımlarının aksine - giderek muhafazakarlıkla özdeştiği anlamına mı geliyor?
George W. Bush, modern tarihin en kritik seçimlerinden biri olan 2004 Başkanlık Yarışı'ndan zaferle çıktı. Bu günlerde bu zaferin en büyük dayanağının, "muhafazakar değerler"e önem verdikleri için Bush'u destekleyen seçmenler olduğu konuşuluyor.
Bu seçmenlere ABD'de "value voter" (değer seçmeni) deniyor. "Value voter"ların ezici çoğunluğu dindar Hıristiyanlar. Toplum yaşamında Allah'a ve dine saygı gösterilmesini, din tarafından vaz'edilen ahlaki ölçülerin de dikkate alınmasını istiyorlar. Örneğin eşcinsellere evlilik hakkı verilmesi, Kutsal Kitap'ta öğretilen kutsal evlilik kurumunu dejenere eden bir adım ve bu yüzden buna karşılar. Dahası, böylesi evliliklerden yetişecek çocukların psikolojik yönden sağlıklı olmayabileceğinden endişe ediyorlar.
Bu ise hiç de hafife alınır bir itiraz değil. Siz kendinizi düşünün: Anne ve babanız yerine, iki anne veya iki baba tarafından yetiştirilmiş olsaydınız, biraz garip hissetmez miydiniz kendinizi?
"Value voter"lar, Amerikan kültürüne şekil veren medyanın ve Hollywood'un ise, kutsal değerleri hiçe sayan, materyalist ve bencil bir tüketim toplumu körüklediğine inanıyorlar. Ve buna karşı bir "kültür savaşı" yürütüyorlar. Bu kültür savaşı, siyasi boyutta, Bush'un partisi olan Cumhuriyetçilerle örtüşüyor.
Entellektüel Dindarlık
Türk basınında sözkonusu "muhafazakar Amerikalıları", akla ve bilime aykırı şeylere inanan, cahil köylüler olarak gösterme eğilim var. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Evet, Bush'a ağırlıklı olarak oy veren "kırmızı eyaletler" Amerika'nın görece olarak daha az gelişmiş kesimleri, ancak bu durum Amerikan muhafazakarlığının hiç de entellektüel yönden zayıf olduğu gibi bir anlama gelmiyor. Aksine, Amerika'da muhafakarlık son derece sofistike beyinler tarafından savunulan, entellektüel bir hareket.
Başta Washington D.C. olmak üzere ülkenin önemli kentlerinde bir çok muhafazakar düşünce kuruluşu var. Ethics and Public Policy Center (Ahlak ve Toplum Politikası Merkezi) bunlardan biri. Amerika'nın seçkin entellektüellerini bir araya getiren EPPC, dinin toplum yaşamındaki doğru ve gerekli rolünü tanımlayan pek çok akademik çalışma yayımlıyor. (bkz. www.eppc.org) EPPC'nin daha popüler düzeydeki yayınları arasında, geçtiğimiz aylarda Michael Moore'un "Fahrenheit 11" filmindeki asılsız iddiaları da ortaya çıkaran bir araştırma da var.
ABD'deki muhafazakarlığın dikkat çekici bir yönü de, yine Türk basınındaki yaygın kanının aksine, "evanjelik Hıristiyanlarla" sınırlı olmayışı. Aksine, başta Katolikler olmak üzere farklı Hıristiyan mezhepleri ve hatta inançlı Yahudiler de var bu hareket içinde.
"Muasır Medeniyet" Muhafakar mı?
ABD'deki "kültür savaşı"nın önemli bir alanı da Yüksek Mahkeme. Kürtaj, eşcinsel evliliği gibi konular, öte yandan bizim "kamusal alan" dediğimiz yerlerde dini sembol ve ibadetlere izin verilip verilmemesi, Yüksek Mahkeme'nin alacağı kararlara bağlı.
Yüksek Mahkeme üyelerini Başkan seçiyor ve bir kez seçilen ömür boyu görevde kalıyor. İşte bu açıdan kritik bir durum var: Yüksek Mahkeme'nin baş yargıcı olan 80 yaşındaki William H. Rehnquist'e geçenlerde tiroid kanseri teşhisi kondu. Önümüzdeki Başkanlık döneminde Yüksek Mahkeme'ye yeni bir üye atanacak. Bu atamayı yapacak kişinin Kerry olması ihtimali, muhafazakar seçmenlerin gözünde önemli bir tehlikeydi. Blok halde Bush'a destek vererek bunun önünü aldılar.
Kısacası Bush'un zaferiyle birlikte, ABD'de zaten güçlü olan muhafazakarlık, biraz daha da güçlendi. Dünyanın en modern ve gelişmiş ülkesi olan Amerika'nın, aynı zamanda da en dindar toplumlardan biri olduğu, bir kez daha tescillendi.
Acaba bu durum, "muasır medeniyet"in de - bizdeki geleneksel "Aydınlanmacı" zihniyetin varsayımlarının aksine - giderek muhafazakarlıkla özdeştiği anlamına mı geliyor?