Bilimi Ateizmden Kurtarmanın Zamanı Geldi
[4 Kasım 2004 tarihli Zaman gazetesinde yayınlandı]
Tabii ki isteyen ateist olabilir. Bunu savunabilir, yaymaya çalışabilir de. Sorun, bilimin ateist bir temele oturtulması gerektiğinin savunulmasıdır. Sayın Türker Alkan'ı sanırım en çok bu yönden eleştirmem gerekiyor. Çünkü 11 Temmuz 2003 tarihli sütununda “Bilim, bir düşünce etkinliği olarak zaten ‘ateizmi' var saymak zorundadır.” diye yazmıştı.
-----------------
24 Ekim günü Zaman Yorum'da yayınlanan “Murat Belge, Melekler ve Ateizm” başlıklı yazımdan sonra, Radikal yazarı Türker Alkan bana yönelik bir cevabi yazı kaleme aldı. Ben yazımda Türker Alkan'ın da Evrim Teorisi hakkındaki bazı yaygın klişeleri kullandığını belirtmiştim, kendisi, haklı olarak, buna yanıt verdi.
Öncelikle “klişe” yorumuyla Sayın Alkan'ın entelektüel düzeyini sorgulamak gibi bir amaç gütmediğimi belirtmeliyim. Aksine, kendisi, yazılarını hemen her zaman büyük ilgi ve beğeniyle okuduğum değerli ve düzeyli bir aydındır. Kendisinin sadece Evrim Teorisi ve onunla ilgili felsefi tartışmalar konusunda bazı yanlış izlenimlere sahip olduğunu düşündüğüm için, adını andım. Bu yanlış izlenimler nedeniyle kendisini suçlamak da doğru olmaz, çünkü Batı medyasında da hayli yaygın birer “klişe” durumundadırlar.
Suçlamayalım, tartışalım
Ben ise bu klişeleri çözümlemek ve objektif gerçekliğe ulaşabilmek istiyorum. Ancak Türker Alkan beni tam da bu noktada eleştirmiş. O, asıl benim klişeleri tekrarladığım kanısında. Öyle olup olmadığını görmek için, yazdıklarını birlikte inceleyelim. Siz karar verin...
Sayın Alkan, “Benim şimdiye kadar yaptığım, kendi önyargılarını ve inançlarını zedelediği için Evrim Kuramı'nı hedef tahtası haline getirenleri eleştirmek oldu.” diyor.. Tamam, güzel. Ancak tam da bu noktada bir hata yaptığını düşünüyorum.
Sorun, sayın Alkan'ın, Türkiye'deki bazı “Aydınlanmacı” kalemler gibi, Evrim Teorisi'ne getirilen her eleştiriyi “önyargıları ve inançları zedelenenler”in bilim dışı bir tepkisi sanması. Bu teorinin doğruluğunu en baştan kabul etmiş durumdalar ve teoriye gelen eleştirileri, içerdikleri bilimsel kanıtlara bakmadan, “dinci tepki” sayıyorlar.
İşte, Sayın Alkan'ın bu son yazısında “Evrim Teorisi'nin hedef tahtası haline gelmesinden” söz etmesi de bunun bir örneği.
Oysa ben, teoriyi “hedef tahtası haline getirelim”, suçlayalım, demiyorum. Aksine, “gelin bunu tartışalım” diyorum. Türker Alkan tartışmanın dışında olabilir tabii ki, öyle olduğunu söylüyor zaten, ama tartışmanın taraflarından birini bilimsel, diğerini dogmatik sayması yanlış.
Evrim Teorisi'ni gerçekten de “hedef tahtası” yapan, yani onu hiçbir bilimsel argüman göstermeden eleştiren, yani kısacası “dogmatik” davrananlar da var gerçekten. Ancak bu tür kaba tepkiyle, bilimsel eleştiriyi birbirinden ayırmak gerekiyor.
Bilim ve ateizm
Sayın Alkan beni eleştirirken, “Evrim Kuramı'na ancak ateistlerin inanacağını varsaydığımı” ileri sürmüş. Oysa ben böyle bir şey yazmadım. Nitekim, evrimin inanca uyumlu bir yorumunu yapmaya çalışan “Teistik Evrimciler”in varlığından haberdarım. Ancak, yine Alkan'ın da kabul ettiği gibi, Darwinizm ile ateizm arasında yakın bir lişki vardır. Bunu Darwinistlerin kendileri gururla ifade ederler.
Günümüzün en ünlü evrimcilerinden biri olan Oxford Üniversitesi zooloji profesörü Richard Dawkins, “Darwin bize entelektüel yönden eksikleri tamamlanmış ateistler olma şansını verdi.” der. Yine koyu evrimci Daniel Dennett'in “Darwin's Dangerous Idea” adlı kitabına göre ise, Darwinizm, “tüm dini inançları eriten evrensel bir asit”tir.
Tabii ki isteyen ateist olabilir. Bunu savunabilir, yaymaya çalışabilir de. Sorun, bilimin ateist bir temele oturtulması gerektiğinin savunulmasıdır. Sayın Alkan'ı sanırım en çok bu yönden eleştirmem gerekiyor. Çünkü 11 Temmuz 2003 tarihli sütununda “Bilim, bir düşünce etkinliği olarak zaten ‘ateizmi' var saymak zorundadır.” diye yazmıştı. Oysa bilim yüzyılllar boyu Allah'ın varlığını kabul ederek yapılagelmiştir. Modern bilimin Keppler, Galileo, Newton, Cuvier gibi kurucularının hiçbiri ateist değildi, aksine evrene “Tanrı'nın yarattığı doğayı ve kanunlarını keşfetme” gözüyle bakıyorlardı. Bu bilim geleneğini değiştiren, 19. yüzyıldaki bazı materyalist teorilerdir. Darwinizm de bunların başında gelir.
Ama önceki yazımda açıkladığım gibi, bugün süreç tersine dönüyor ve söz konusu materyalist teoriler hızla kan kaybediyor. Bu, günlük tartışmalarla boğulmuş olan “gündemimiz” içinde, bir türlü fark edemediğimiz çok büyük bir bilimsel devrim. Amacım, buna dikkat çekmek ve bunları görmezden gelerek hâlâ “bilim ateist olmak zorundadır” demenin yanlışlığını göstermek.
Türker Alkan beni eleştirirken bir yerde de şöyle diyor: “Allah'a inananların meleklere inanması da son derece doğaldır, deniyor. Neden? Belli değil.”
Oysaki yazımda “neden” sorusunun cevabı bilakis belliydi. Şöyle yazmıştım:
“Murat Belge'nin ‘meleklere inanmak' kavramıyla kast ettiği, aslında daha da geniş kapsamlı bir ‘metafiziğe inanç' meselesidir. Bunun en başında da kuşkusuz Allah'a inanç gelir.”
Allah'a ve meleklere inanç
Daha da açık ifade edeyim: “Meleklere inanmıyorum” diyen bir insanın çoğunlukla çıkış noktası, deney ve gözlem yoluyla test edilemeyen varlıkları yok saymasıdır. Bu “paradigma” içinde elbette Allah'ı da reddededer. Öte yandan Allah'ı kabul eden insanın, melekler gibi diğer başka metafizik varlıkları kategorik olarak reddetmesinin de bir gerekçesi kalmaz. İşte o nedenle Allah'a inanan insanın meleklere inanması -zorunlu değil, ama- doğaldır.
“Tasarımcıyı kim tasarladı?”
Sayın Alkan yazımda sözünü ettiğim Akıllı Tasarım (Intelligent Design) teorisine de işaret ederek şöyle yazmış:
“Her tasarım, bir tasarımcının varlığını da gösterir, deniyor. Belki. Ama bu düşünceden hareket edersek, ‘Tasarımcıyı kim tasarladı?' sorusuna ne yanıt vereceğiz?”
Oysa bu, tutarlı bir itiraz değil. Biz, bilimsel olarak, ancak deney ve gözleme tabi tutabildiğimiz maddesel evrenin kökenini araştırabiliriz. Bu evrenin bir Tasarımcısı var ise, ki bence var, bu bizim bilemediğimiz bir varlık boyutudur ve belki de O'nun hiçbir tasarımcısı, başlangıcı yoktur. (Nitekim bence öyledir.)
Bunu bir örnekle açıklayayım: Bir mağara duvarında özenli motifler gördüğümüzde, “bunları kim boyadı?” diye sorarak, bir resssamın varlığını çıkarsayabiliriz. Ama hiç göremediğimiz bu ressam hakkında “onu kim boyadı?” diye sormak yanlış olur. Ressam, bir çizim değildir ki “boyansın”. O farklı bir düzlemde vardır ve nasıl var olduğu sorusunu, salt elimizdeki verilerden yola çıkarak yanıtlayamayız..
Aynı mantıkla evrendeki tasarım bize bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. Ama Yaratıcı'nın doğası bilimin alanı dışındadır. Buna ancak dinler -ve eğer önemsiyorsanız felsefeler- aracılığıyla cevap aranabilir. Dolayısıyla Türker Alkan'ın bu konudaki itirazı da bence temelsizdir.
Ancak tüm bunlara rağmen, bu önemli konuları tartışmaya vesile olduğu için Sayın Alkan'ın yazısını olumlu buluyorum. Gerçekte, “nasıl var olduk?” sorusunu -o en önemli meseleyi- zaman zaman gündeme taşıyan ve salt bu nedenle bile “bilge” sayılmaya hak kazanan Sayın Alkan'a belki de teşekkür borçluyum. Kendisine kızmak, hatta ona karşı bir “haçlı seferi” başlatmak ise -yazısında öyle demiş- aklımdan bile geçmedi. Aksine, eğer öyle bir haksızlığa maruz kalırsa, kendisinin yanında yer alırım. Voltaire'in ünlü deyişini biraz adapte edersek; her fikrine katılmıyorum, ama bunları özgürce savunmasını tüm kalbimle destekliyorum.