Fransa'dan İbret Almak
[15 Ekim 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
AB süreci ile birlikte, Türkiye'nin 150 yıllık "çağdaşlaşma" maratonunun en önemli etaplarından birindeyiz. Ama bu gidişe taş koyanlar var, bildiğimiz gibi. Fransa bunların başında geliyor. Eski Cumhurbaşkanları Valery Giscard d'Estaing, zaten uzun zamandır "Türkiye AB'ye alınırsa, Avrupa'nın sonu gelir" diyerek alarm zilleri çalıyordu. Son günlerde Başbakan Jean Pierre Raffarin biraz daha üstü kapalı olsa aynı "endişe"yi seslendirdi. Cumhurbaşkanı Chirac'ın partisinin önde gelen isimleri olan Sarkozy ve Touboun gibi milletvekilleri de "Türkiye Avrupa'ya yaramaz" görüşünde.
Tabii bu arada ülkenin eski başbakanı Michel Rocard gibi gerçekten tam anlamıyla "Türkiye dostu" olan ve AB sürecimizi gönülden destekleyen Fransızların hakkını teslim etmek gerek. Ancak Fransa'nın genelinde Türkiye'ye yönelik belirgin bir rahatsızlık var.
Türban Fransa'da Yasak, İngiltere'de Serbest
Peki acaba Fransa'dan neden bu denli katı bir muhalefet geliyor da, Avrupa'nın başka önemli ülkelerinde, özellikle de İngiltere'de Türkiye'nin AB sürecine büyük bir destek var? Ve dahası, dünyanın tek süpergücü olduğu için AB'ye de etki eden ABD'de, ister muhafazakar ister liberal olsun, neredeyse tüm kanaat önderleri neden "Türkiye Avrupa'ya kesinlikle girmelidir" diyor?
Kuşkusuz bu soruya verilebilecek pek çok cevap var. Ancak bu cevaplar içinde Fransa'nın kültürel dokusunun oldukça önemli bir yer tuttuğunu düşünüyorum. Bu dokunun önemli özelliklerinden biri, Fransızların kültürel çoğulculuğa pek sıcak bakmaması. Ülkelerinde yaşayan herkesin, o çok sevdikleri "Fransız kültürü"nü benimsemesini istiyorlar. Tek-tip, homojen bir toplum özlemi var bunun arkasında.
Oysa İngiltere'de ve özellikle Amerika'da kültürel çoğulculuk egemendir. Ülkenin yasalarına bağlı kaldıkları sürece, vatandaşlar istedikleri kültürü benimseyip yaşatabilirler. Örneğin dini kıyafetler, tümüyle serbesttir. Hem de "kamusal alan"ın her bir yanında. İngiltere'de Sih inancına bağlı polisler, bu dinin gerektirdiği uzun sarıklarını üniformalarının üzerine giyerler. Kimse bir şey demez. Fransa'daki "türban yasağı"nı İngiltere veya ABD'de düşünemezsiniz bile. Zaten türban meselesinde ortaya çıkan "Fransız hoşgörüsüzlüğü", her iki ülke de çok yadırgandı.
Fransa'da düşünce özgürlüğü de Amerika veya İngiltere'ye göre daha dardır. Hatırlarsak ABD'nin en saygın tarihçilerinden biri olan Bernard Lewis, "Ermeni soykırımı yoktur" dediği için Fransa Mahkemeleri tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Buna benzer bir düşünce suçuna, "Anglo-Sakson" ABD ve İngiltere'de rastlayamazsınız...
"Frankofon" mirasımızı sorgulamak
Bence, ister AB sürecinde isterse "Ermeni soykırımı" iddiasında karşılaştığımız bu katı Fransız tutumundan bir ders çıkarmamız gerekiyor.
Çünkü Fransa 19. yüzyıldan bu yana Türk elitinin önemli bir bölümü için ilham kaynağı olagelmiştir. Ve Fransa'nın hoşgörüsüz, katı, "devrimci", Jakoben geleneği, biz de nice toplumsal sorun üretmiştir.
Geçtiğimiz Cuma günkü Radikal'deki köşesinde Türk elitinin bu geleneksel Fransız sevgisine işaret eden Haluk Şahin, şöyle yazıyordu:
"Şimdiki gençler için Fransa sıradan bir ülke; Fransızca ise orta önemde, ama öğrenilmese de olur cinsinden bir dildir. Benim kuşağım için öyle değildi. Bizim için Fransa düşünce ve edebiyat dünyasının merkezi, Fransızca ise ne pahasına olursa olsun mutlaka öğrenilmesi gereken bir dil idi. Benim kuşağım 18 yaşındayken Camus ve Sartre okumayı zorunluluk saydı. Bize göre dünyanın en akıllıca sözleri Fransa'da edilir, oradan dünyaya yayılır ve tabii bu arada Türkiye'ye gelirdi..."
Ancak Haluk Şahin, buna, tüm "Frankofonlar" için durup düşünme nedeni olması gereken bir teşhis ekliyordu: "Bakıyorum da, son zamanlarda dünyanın en akılsızca, en ipe sapa gelmez sözleri Fransa'da ediliyor."
Belki eskiden de Fransa'da edilip bizde çok sevilen bazı sözler "akılsızca, ipe sapa gelmez" şeylerdi, ama elitlerimiz bunu fark edemiyorlardı.
Dolayısıyla hazır Fransa'nın katılığını ve hoşgörüsüzlüğün fark etmeye başlamışken, belki de geriye dönüp "Frankofon" mirasımızı sorgulamak gerekiyor.
Örneğin Fransız tipi laikliği bir kenara bırakıp, Anglo-Sakson tipi laikliği ele almaya ne dersiniz?