Türkçe Yazılar

Kürtler, "Azınlık" Olmayı Lozan Döneminde Reddettiler

[8 Ekim 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı] Avrupa Birliği Komisyonu'nun 6 Ekim 2004 tarihli "Türkiye Raporu"nda, ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımız "azınlık" olarak tanımlanıyordu, ancak hükümet son dakikada müdahale ederek bu ifadeyi değiştirtti. Yine de bu konu önümüzdeki dönemde sorun olacağa benziyor. Nitekim, Cengiz Çandar'ın da işaret ettiği gibi, raporun İngilizce baskısının 48. sayfasında Türkiye'nin azınlıkları Lozan terminolojisi çerçevesinde anladığı işaret ediliyor ve bunun "azınlık haklarının korunmasını önlemek açısından kaygı verici olduğu" ileri sürülüyor. Bu kaygı, aslında bir anlayış farkından kaynaklanıyor. Avrupa'ya göre "azınlık" bir ülke içindeki etnik veya dini her türlü farklı grubu ifade ederken, Türkiye geleneğinde "azınlık" kavramından sadece farklı dini gruplar anlaşılıyor. Lozan'daki Türk heyetinde yer alan Rıza Nur anılarında buna işaret ederek, "Frenkler bizde ekalliyet (azınlık) diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet" dedikten sonra, "bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim... Pek müşkilat ile fakat kaldırdım" diye yazmıştı. Rıza Nur'un ve Lozan'daki Türk heyetinin argümanının en büyük kanıtı ise, "azınlık" olarak tanımlanmak istenen Kürtlerin, bu kavramı reddedişidir. Kürtler'in Osmanlı'ya Sadakati Kürtlerin "azınlık" kavramına tepkisini anlamak için, Osmanlı içindeki tarihlerine bir göz atmak gerekir. Kürtler, kendi istekleriyle Osmanlı egemenliğine girdikleri 16. yüzyıldan bu yana Türklerle bir arada kardeşçe yaşadılar. Ortak düşmanlarla karşı, omuz omuza birlikte mücadele ettiler. Osmanlı'nın parçalanma döneminde de, impatorluğa büyük bir sadakat gösterdiler. Bu sadakatinin en çarpıcı göstergesi, 1912'den 1918'ye kadar aralıksız devam eden kanlı savaş yıllarında imparatorluk ordularında çarpışmalarıydı. Ardarda gelen Trablusgarp, Yemen ve Balkan Savaşları ve hemen sonra patlak veren I. Dünya Savaşı'nda, pek çok Kürt Osmanlı ordusunda görev aldı. Kürt tarihi uzmanı David McDowall şöyle yazar: "Kürtler Osmanlı ordusuna kayda değer bir insan gücü sağladılar. Binlerce Kürt asker, Sarıkamış'taki Üçüncü Ordu'da ve diğer cephelerde hayatını kaybetti. Doğal olarak, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük vardı, ama bu durumda bile, çoğu silah altına girdi. Bölgedeki (doğu Anadolu'daki) Osmanlı kuvvetlerinin büyük bölümü Kürtlerden oluşuyordu." Kürtler, sadakatlerini, oldukça da ağır bir bedele rağmen korudular. Dünya Savaşı yılları boyunca, Rus-Ermeni kıyımları, ardından gelen açlık ve salgın hastalıklar sonucunda yaklaşık 500 bin Kürt sivil yaşamını yitirdi. David McDowall, savaşa katılan askerlerle birlikte bu rakamın 800 bine çıkarılabileceğini belirmektedir. Bunun anlamı, 300 bin Kürt'ün de Osmanlı orduları safında savaşırken can verdiğidir. Kürtler, Kurtuluş Savaşı'na da büyük destek verdiler. Atatürk, Samsun'a çıkışından hemen sonra Kürt ileri gelenlerine telgraflar çekmiş ve onlardan büyük destek görmüştü. Bu destek, Milli Mücadele boyunca sürdü. Urfa ve Maraş'ın düşman işgalinden kurtarılmasında, Kürtler çok önemli roller üstlendiler. İsmet İnönü'nün yıllar sonra belirttiği gibi, "Kürtler... Milli Mücadelenin devamınca canla başla gayret gösterdiler." Kürtlerin Sevr'e Protestosu Ancak Milli Mücadele'ye destek vermektense, savaşın galip devletleriyle işbirliği yapmayı seçen az sayıda Kürt de vardı. Bu devletlerin Osmanlı'yı nasıl paylaşacaklarına karar vermek için düzenledikleri Sevr Konferansı'na, bir grup Kürt temsilci de katıldı. Bunlar milliyetçi Kürt entellektüelleriydi. Başlarında Şerif Paşa vardı ve amaçları Ermenilerle anlaşarak, Anadolu'nun bir parçasında bir "Kürt Devleti" oluşturmak için Avrupalı devletlerden onay almaktı. Ermenilerle gerçekten anlaştılar ve Avrupalı devletlerden aradıkları desteği de buldular. 1920 Ağustos'unda imzalanan Sevr Antlaşması'nın 62. maddesi, "yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelere yerel otonomi" verilmesinden söz ediyor, 64. madde ise "Kürt halkları"nın "Türkiye'den bağımsızlık elde etmeleri"nin dahi yolunu açıyordu. Ne var ki bu "Jön" Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteğin bir benzerini, güneydoğu Anadolu'da bulamadılar. Kürtler arasında bu habere duyulan şiddetli tepki, Paris'e bir seri telgrafın yollanmasına neden oldu. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemedikleri hararetle savunuluyordu. Erzincan'dan on ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine yolladıkları telgrafta "Türklerin ve Kürtlerin soy ve din itibarıyla kardeş olduklarını" vurguluyorlardı. Öte yandan Milli Mücadele lehindeki fetvayı Mustafa Kemal Paşa'yı destekleyen Kürt din alimleri de imzaladılar. Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 5 Mayıs 1920 tarihli sayısında yayınlanan ve Halife'nin "esaret ve hakaret"ten kurtulmasını savunan fetvayı imzalayanlar arasında; Diyarbakır, Urfa, Hizan, Bayezid, Diyadin, Hınıs, Siverek, Viranşehir, Bitlis, Silvan, Van gibi Kürt yoğunluklu bölgelerin Kürt müftülerinin de isimleri yer alıyordu. Kürt Mebuslar: "Azınlık Değiliz" Kurtuluş Savaşı'na "canla, başla" destek veren Kürtler, savaşın ardından başlayan Lozan görüşmeleri sırasında da, Türklerle kader birliği yaptılar. Lozan'da da, Avrupalı devletler Kürtler'in "azınlık" olduğunda ısrar edince, İsmet Paşa buna karşı çıkarak şöyle demişti: "Türkler ve Kürtler Türkiye'nin ana unsurlarıdırlar. Kürtler bir azınlık değildir. Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir." Lozan'daki Türk heyetinin azınlıklar konusundaki en büyük destek ise, Meclis'teki Kürt temsilcilerden gelmişti. Erzurum milletvekili Necati Bey ile Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsünden yaptıkları konuşmalarda Lozan'daki Türk heyetinin tezine yürekten destek vermişlerdi. Yusuf Ziya Bey, Sevr'i bir "paçavra" olarak niteleyip Avrupa devletlerine karşı çıkarak, Türk-Kürt kardeşliğini vurgulamıştı. Bu konuşma, Meclis tutanaklarında şöyle geçiyor: "Avrupalılar diyorlar ki: 'Türkiye'de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en kalabalığı Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyle bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire Cephesi'nde çarpıştık. (Alkışlar) Nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (Alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verirken muhterem heyetinizden rica ederim ki, azınlıklar mevzuubahis edildiği zaman Kürtlerin hiç bir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak buradan söylediklerimi söylesin ve iddia etsin." "Türk, Kürt Tek Bir Vücuttur" TMBBB'nin bir sonraki celsesinde ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsinin altına imza attıkları şu metin yayınlanmıştı: "Türk, Kürt tek bir vücuttur. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur. Avrupa hükümetlerinin Kürtleri müdafaa etmeye salahiyetleri olmadığı defaatle memleketimiz halkıyle beraber protesto edilmiş olduğu halde, yine azınlıkların mevzuubahis edilmesi şayanı teessüftür. Kürtler her vakit Türklerle beraber vatan uğrunda daima ölmüş ve ölmeye hazır oldukları cümlenin malumudur." 25 Aralık 1922'de ise, Sivas milletvekili Hüseyin Rauf Bey, yine Meclis Kürsüsü'nden şöyle konuşmuştu: "Malumu aliniz efendiler, İngiliz'lerin Türkiye'de yaşayan Türk ve Kürtleri imha edebilmek için teşebbüsatlarının hepsi bu iki necip milletin birliği karşısında iflas etmiştir. Her türlü fesadları din kardeşi, kan kardeşi, emel kardeşi olan insanların karşısında erimiştir... [Kürtlerin] Türkiye halkı ile mukadderatları birdir, her şeyleri birdir, gayeleri, dinleri birdir. Azınlıklar bunlara teşmil olunamaz. Bugün Kürt için azınlık mevzu bahis etmek, Türk için azınlık bahsetmek demektir. Şu halde bu tamamen reddolunmuştur." Türkiye, bu atmosfer içinde Lozan'a gitti ve orada, bu ülkede sadece gayrimüslimlerin azınlık olduğu tezini dünyaya kabul ettirdi. Kürtler, bunu sonuna kadar desteklediler. Bugün de Kürtler, Türklerle paylaştıkları ortak din, tarih ve kültür nedeniyle, onlarla aynı milletin bir parçası. Elbette gayrı müslim vatandaşlarımız da milletimizin bir unsuru, ancak onların "azınlık" olduklarını kabul ediyor ve o tanımlamayla kendilerini kucaklıyoruz. Kürtler ise "azınlık" değiller. Bu gerçeği Lozan'da olduğu gibi bugün de savunmak ve Rıza Nur'un ifadesiyle "Frenklerin" bu konudaki yaklaşımının hatalı olduğunu göstermek gerekiyor. Atatürk, Milli Birliği Müslüman Kimliğine Dayandırdı Osmanlı İmparatorluğu'nda "milletler", etnisitiye veya ana dile göre değil, dine göre tanımlanırdı. Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Arnavut gibi tüm Müslüman unsurlar, tek bir "millet" sayılıyordu. Bu anlayış, söz konusu unsurlar arasında tarihi bir kaynaşma ve kardeşlik meydana getirdi ve bu sosyolojik gerçek Cumhuriyet tarafından da benimsendi. Bilindiği gibi Cumhuriyet'le birlikte, daha önceden dini bir kimlikle tanımlanan toplum, ulusal bir kimlikle tanımlanmaya başladı. Ama aslında pratikte Osmanlı yapısı sürdü. Atatürk, Ziya Gökalp'in "ortak kültür, ortak din" şiarına bağlı kalarak, Türkiye'nin inşasında asli kimlik olarak Müslümanlığı benimsedi. Bunun en belirgin göstergesi, Atatürk döneminde Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar gibi Türk olmayan Müslümanların Türkiye'ye göç taleplerine olumlu cevap verilmiş olmasıydı. Oysa aynı olumlu cevap, Müslüman olmayan Türklere (Hıristiyan Gagavuz Türklerine) verilmemişti. Öte yandan da ülkedeki gayrimüslim Rumlar, Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi ile oradaki Müslüman Türkler ile değiştirilmişti. Hatta, Konya yakınlarında Rum Ortodoks Kilisesi'nin Türkçe konuşan cemaati, ibadetlerini Türkçe yapmalarına ve hiç Rumca bilmemelerine karşın Yunanistan'a gönderilmişti. Genç Cumhuriyet, ülkedeki temel birleştirici unsurun Müslümanlık olduğunun bilincindeydi. Bu politika sonucunda, Boğaziçi Üniversitesi'nden Kemal Kirişçi ve Gareth Winrow'un ifadesiyle, "Türklük, İslam'la oldukça bağlantılı kaldı." (Kirişçi & Winrow, "Kürt Sorunu", s. 103) Büyük sosyoloğumuz Şerif Mardin de, bu konuda şu önemli tespiti yapar: "Cumhuriyet... ümmet yapısının devam etmesini sağladı. Yurtseverlik, birleşik olmak ve (dışarıdaki) ötekilere direnmek, bir ümmet duygusu geliştirmenin yollarıydı. Okullarda birlik, beraberlik ve bütünlük kavramına yapılan vurgu, insanları ümmet fikrinden çok da uzaklaştırmadı." (Mardin, "Din ve İdeoloji", s. 139) Kaynaklar: Çağrı Erhan (ed), "Yaşayan Lozan", Ankara, 2003 "Türk Parlamento Tarihi", TBMM Yayınları, Ankara, 1995 David McDowall, "A Modern History of the Kurds", London, 1996 Selahattin Tansel, "Mondros'tan Mudanya'ya Kadar", Ankara, 1978
All for Joomla All for Webmasters