Hanefi Avcı’nın Düşündürdükleri
[4 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hanefi Avcı olayı hali hazırda “çok bilinmeyenli” bir muamma. Dolayısıyla belki de en doğrusu şu aşamada hiç bir şey söylememek. Ancak ben, gözümün önünde tuhaf şeyler yaşanırken ve bunlara dair bazı sezgiler edinmişken, risk alıp bir şeyler söylemeyi seçtim.
İlk diyeceğim, şu “komünist terör örgütüne yardım ve yataklık” hikayesinin hiç aklıma yatmadığı. “Sağcı” kimliği bilinen, dürüstlüğünü 28 Şubat’ta ispat eden, yazdığı kitapla da epey liberal görüşler savunan bir polisten bahsediyoruz. Zaten kurulan “örgüt bağlantıları” da çok zorlama duruyor. Hele de tutuklama gibi ağır bir karar için.
“Tutuklanacağını biliyordu, önleyici saldırı olarak kitap yazdı” argümanı da, kimse kusura bakmasın, yine pek ikna edici değil. Biz ikna olsak dünya olmaz. Zaten okuyan herkes görebilir ki, Avcı, uzun yılların tecrübelerini damıtarak ve bir takım felsefi sonuçlara vararak yazmış kitabını. Öyle basit bir “manevra”ya benzemiyor.
Peki bunları söylemekle, Avcı üzerinden “cemaat”i hedef alanlara katılmış mı oluyorum?
Hayır. Öncelikle şunu söyleyeyim: Avcı, söz konusu cemaatin “görünmeyen” kısmından söz ediyor, ama ortada zaten açıkça görünen dev bir organizasyon var. Yüz küsur ülkede binden fazla okul, onlarca sivil toplum kuruluşu, yardım derneği, vs. Bunların hepsi demokratik toplumlarda tümüyle meşru faaliyetler. Dahası, Türkiye, İslam dünyası ve hatta insanlık için bence son derece de hayırlı işler.
Bu “hizmet”e şiddetle düşman olan, elinden gelse yok etmek isteyenler ise, demokrasinin ne olduğundan bihaberler. Bunun da ötesinde bazıları düpedüz “din düşmanı.” Ve kendilerine pabuç bırakmaya hiç niyetim yok.
Ancak Avcı’nın suçladığı da, “cemaat”in “devlet” içinde var olduğunu ileri sürdüğü “örtülü” kısmı.
Peki bu çok bilinmeyenli muammaya dair en kötü ihtimali, yani Hanefi Avcı’nın haklı olduğunu farz etsek, ne çıkar bundan?
Laik kesimden çoğu kimsenin, “şeriat düzeni geliyor, o çıkar!” diyeceğine eminim.
Oysa bence çıkan şu: Onyıllardır ceberrut bir laikliğin tehdidi altında yaşayan, 28 Şubat’ta topun ağzına konan, son 10 yılda da “her an yeniden bastırabilirler” diye endişe eden sivil bir dini hareketin, temelde “savunma” amacıyla başlattığı bir mücadelenin giderek yer yer “aşırı reaksiyon”a dönüşmesi... Komplo teorileriyle bezenmiş aşırı kuşkuculuğun, bir tür “McCarthycilik” noktasına gelmesi…
Bu aşırı kuşkuculuğun izlerini zaten bazı medya yorumlarında görüyoruz. Ergenekon çerçevesinde örgütlenen darbecilerin varlığı bence de aşikar; ama bunun “tüm kötülüklerin anası” haline getirilmesi, dahası bu komplocu yorumları paylaşmayanların bile “Ergenekoncu” sayılır hale gelmesi, çok abartılı.
Böyle düşünen bir zihin, eğer polis şefi ise, acaba ne yapar? Kendisi gibi düşünmeyen meslektaşlarını, Avcı’nın anlattığı gibi, tasfiyeye kalkar mı? Doğru gördüğü bir amaç için yanlış araçlara başvurur mu?
“Cemaat”teki dostların görmesi gerek ki, bu sorulara karşılık gelen imaj, kendileri ne derlerse desin, milyonlarca insanın gözünde kesin bir gerçek haline gelmiş durumunda. Bu da hareketi, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin baştan beri tavsiye ettiği “diyalog, hoşgörü, anlayış” gibi ilkelerin uzağına itiyor. “Korkutucu” gösteriyor.
Bu tablonun “hizmet”i gölgelemesinden, daha da önemlisi, o “hizmet”in hizmet ettiği Hakikat’i perdelemesinden korkarım.
Dolayısıyla da cemaate yeni bir “açılım” lazım gibi geliyor bana. 70’li yılların düşman kamplarını diyalog masasına oturtan Abant Platformu, mesela, mevcut kutuplaşmaya da el atsa, “Ergenekoncu” denenlere de elini uzatsa, fena mı olur?