Mine Kırıkkanat'ın Ezberleri
[2 Ağustos 2005 tarihli Zaman gazetesinde yayınlandı]
Radikal yazarı Mine Kırıkkanat, geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Halkımız Eğleniyor”, “Halkımız Temizleniyor” ve “Halkımız Öğren(em)iyor” başlıklı üç yazısıyla, “sokaktaki vatandaş”a adeta savaş açtı. Onların günlük yaşamdaki bazı hoş olmayan hallerini ağır hakaretlerle süsleyerek tasvir eden Kırıkkanat'ın yazısı, pek çok şey demeyi gerektiriyor.
Bunların ilki, üslup meselesi. Kırıkkanat'ın sayıp sayıştırdığı “vatandaş halleri” içinde gerçekten de pek çok olumsuzluk, daha açık ifadeyle “görgüsüzlük” var. Ama bunlardan duyduğu rahatsızlığı aleni hakaretler (örneğin “geviş getirmek” veya “danalar” gibi kelimeler) kullanarak dışa vurmasıyla ne denli “görgülü” olduğu da ister istemez tartışmaya açık hale geliyor.
Söz konusu üslup meselesinden daha önemli -ve daha yakışıksız- olan ise, Kırıkkanat'ın hedef aldığı halk kesimlerinin göze batan davranışları üzerinden, o kesimlerin kimliğine savaş açması. Bir zenci mahallesindeki düşük sosyo-ekonomik düzeye dair itici anekdotlar anlattıktan sonra, “bu pis zenciler böyledir işte” diyen bir Ku Klux Klan ırkçısı ne yapmış olursa, Kırıkkanat da onu yapıyor.
Peki hedef aldığı kimlik ne?
Pis, bakımsız, görgüsüz diye yerden yere vurduğu kitleleri ısrarla “İslamistan Türkleri” diye tanımlaması ve ikide bir başörtülerinden söz etmesi, bu soruyu yeterince cevaplıyor.
Gerçi Kuran-ı Kerim'in temizlik konusundaki vurgusunu göz ardı edememiş, ama yine de toplumdaki görgü eksikliğinin İslam'la bir ilgisi olduğu kanısında. Zaten İslamiyet'in -ve hatta genel olarak tek Tanrılı İbrahimi dinlerin- şiddetin, kadın düşmanlığının veya despotizmin kaynağı olduğunu da daha önce bazı yazılarında ileri sürmüştü.
İslam ve Medeniyet
Oysa bunlar tümüyle yanlış iddialar. Yanlışlık da Kırıkkanat'ın, günümüz Müslümanlarının bir kısmının yanlışlıklarına bakıp, “bunların böyle olmasının nedeni, dinleri olsa gerek” diye düşünmesinden doğuyor. Oysa eğer İslam'ın kaynaklarıyla biraz derinlemesine ilgilenseydi veya meseleye tarihsel bir perspektiften bakabilseydi, sorunun dinden değil, o dinin mensuplarını yetiştiren sosyal ortamdan ve tarihsel şartlardan kaynaklandığını görebilirdi.
Örneğin en çok kafayı yorduğu ‘kentlilik ve kentte yaşama adabı' meselesini ele alalım. Günümüzde İslam dünyasının bu konuda çok da iyi bir profil çizmediği herkesin malumu. Ama çoğu insana ve bu arada Kırıkkanat'a malum olmayan bir başka gerçek var: İslam dünyasında yaygın olan “köylülük” hali, anormal bir durum, çünkü İslam medeniyeti, ilk bin yılı boyunca, kent uygarlığının öncüsü ve sembolü olmuştu.
The Globalist dergisindeki “İslam Şehirleri” başlıklı makalesinde tam da buna dikkat çeken Amerikalı şehir planlama uzmanı Joel Kotkin, şunları yazıyor: “Günümüzde Müslüman şehirlerinin çoğu birer başarısızlık hikayesidir... Ancak bu son derece gariptir, çünkü neredeyse bin yıl boyunca Muhammed'in dini, dünyanın en etkileyici şehir merkezlerinin kurulması için gerekli perspektifi sağlamıştır... 7. yüzyıldaki kökenlerinden itibaren İslam hep bir şehir dini olmuş ve sonraki yüzyıllarda Kordoba'dan Delhi'ye kadar dünyanın en görkemli şehirlerinin çatısını inşa etmiştir.” (1)
Kotkin, Ortaçağ'daki İslam medeniyetinin o dönemin Avrupa'sına göre çok daha “kozmopolitan” ve “sofistike” olduğunu vurguluyor. Amerikalı tarihçi J.B. Trend ise “Müslüman kenti Kordoba'nın Avrupa'daki en medeni şehir olduğunu, dünyanın hayranlık ve hayretinin odak noktası haline geldiğini” not ediyor. (2)
Gerçekler dünyasından kopukluk
Mine Kırıkkanat'ın tarihsel perspektif eksikliği, sadece İslam ve kentlilik konusunda değil... Tek Tanrılı dinlerden önceki pagan kültürlerin kadına daha fazla değer verdiğini ve “Musevilikte sınırları çizilmeye başlanan kadın haklarının Hıristiyanlıkta daha da gerilediğini, İslamiyet'te ise iyice ikinci sınıfa indirgendiğini” yazmıştı mesela. (13.09.2003 tarihli yazısında)
Oysa o çok övdüğü putperest kültürlerin çoğunda kadınlar “seks kölesi” olarak kullanılır ve tapınılan ilahlara bol bol kadın kurban edilirdi. İslam öncesi Araplarda da “değersiz” sayılan kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü. Kur'an'da bu barbarlık yasaklandığı gibi, Arapların “süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar)ı” beğenmeyen şoven zihniyeti eleştirildi. (Zuhruf Suresi, 43) Ve İslam, sanılanın aksine, kadınlar için özgürleştirici bir din oldu. Günümüzün en önemli Ortadoğu tarihçilerinden biri olan Bernard Lewis'in ifadesiyle:
“Genel anlamda, İslam'ın gelişi eski Arabistan'daki kadınların pozisyonunda dev bir gelişme sağladı. Onlara mülkiyet ve benzeri haklar verdiği gibi, kocalarının kötü muamelesine karşı da güvenlik kazandırdı... Ama, İslam'ın orijinal mesajı hızını yitirdiğinde veya daha önceden var olan yaklaşım ve geleneklerin etkisiyle modifiye edildiğinde, kadınların durumu yeniden zayıfladı ve kötüleşti.” (3)
Bu noktada sorulabilir tabii; İslam medeniyeti böyleydi de sonra ne oldu? Bernard Lewis'in dediği gibi, yanlış giden neydi?
Bu sorunun çok karmaşık ve uzun cevapları var. Dünya ticaret yollarının değişmesi, İslam dünyasını mahveden korkunç Moğol istilası, Ortadoğu coğrafyasının kuraklığı, Batı Avrupa'nın yükselişi gibi...
Modern olmayan modernistler
Cevapların biri de Müslümanların ilk yüzyıllardaki açık fikirliliklerinden, farklı kültürlerle tanışıp onlara adapte olabilme yeteneklerinden giderek uzaklaşmaları. Özellikle de son iki yüzyılda giderek içlerine kapanmaları. Modern dünyayı anlamak, İslam'ı da onun şartları içinde yeniden yorumlamak için gereken çabayı göstermemeleri...
Ama bu içe kapanmada Kırıkkanat'ın öncüllerinin (sözgelimi Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza gibi din karşıtı Jön Türklerin, benzer düşüncedeki bazı Tek Parti ideolog ve bürokratlarının) de rolü var. İçinden çıktıkları Müslümanları, toplumu, onu incitmeden geliştirmek yerine, ona tepeden bakarak, hatta tepesine vurarak, “asrileştirmeye” çalışan bu gibi “otoriter modernistler”, kitleleri inançları ve modernlik arasında seçime zorlayarak patolojik bir toplum yarattılar. Bir yanda kendileri gibi tümüyle sekülerize olmuş şehir elitleri, diğer yanda ise inançlarını korumak için modern dünyaya sırtını çeviren ve ancak taşrada hayat sahası bulabilen muhafazakâr kitleler oluşturdular.
Taşradaki kitleler kente geldikçe, onların pek de sofistike olmayan yaşam tarzları şehre indikçe de elitler dehşete kapılıyor. Ve “bunları herhalde dinleri böyle yaptı” deyip “İslamistan Türkleri”ne köpürüyorlar. Oysa Osmanlı İslamı'nın yüksek kültürünü baltalayarak sorunu ateşleyenler, bizzat kendileri...
Bu patolojik durumun faturasını bir taraftan da kendi hayatlarında ödüyorlar. “Gericilik” sandıkları dinden tümüyle koptukları için hayatlarına anlam verecek bir derinlik bulmakta zorlanıyor; ne kadar “eğlenip” gezip-tozsalar da, “bunalımdayım şekerim” diye yakınmaktan, depresyon haplarına dayanmaktan kurtulamıyorlar.
Söz konusu modernist elitlerin bir diğer sorunu da, aslında hiç de “modern” olmamaları. Modernizmin, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın ilk yarısı arasında sıkışıp kalmış bir evresinde yaşıyorlar aslında. Dinin, inancın “gelişmeye engel” olduğunu düşünerek onu otoriter yollarla zayıflatmak gerektiğine inanıyorlar. Nitekim aslında “bazı dindarların görgüsüzlüğüne” değil de her yönüyle dindarlığa tepkililer. Örneğin Kırıkkanat köşesinde sadece otoyol kenarında “ayaklarında ve salıncakta bebe sallayan” başörtülü teyzelere değil, üniversitelerde okumaya çalışan türban-lı genç kızlara da ateş püskürüyor. Oysa bizzat bu hoşgörüsüzlük, anti-modern bir tavır.
Şöyle izah edeyim: Kırıkkanat Atatürk Hava Limanı'nın şık görüntüsünü çok sevdiğini, ama sonra başörtülü Türkleri görünce dehşete kapıldığını anlatmış. Bir gün de Tel Aviv'deki Ben Gurion Havaalanı'na uçsa hiç fena olmaz. Orası da gayet şık, temiz, zevkli... Ama dört bir yanda fötr şapkalı veya takkeli (İbranice ismiyle “kippalı”) Yahudiler var. Restoranların hemen hepsinde, McDonalds'larda bile, “burada yemekler koşerdir” (yani “helal”dir) diye yazıyor. Buna karşılık İsrail'in pek çok vatandaşı da seküler, yani din dışı bir yaşam sürüyor. Ama bir kısım öyle, bir kısım böyle, hepsi birbirinin yaşam biçimine saygı göstererek aynı ülkede yaşıyorlar.
Buna “çoğulculuk” deniyor. Sadece İsrail'de değil, ABD'den İngiltere'ye pek çok medeni ülkede benimsenen bir ilke bu. Modern dünyanın geldiği en üst medeniyet aşaması.
Umarım Kırıkkanat da bir gün o aşamaya ulaşır. Ama önce bir hayli ezber bozması gerekecek...
1) Joel Kotkin, “Islamic Cities”, The Globalist, 1 Haziran, 2003
2) J.B. Trend, Spain and Portugal in The Legacy of Islam, Oxford, 1931, s. 9
3) Bernard Lewis, The Middle East, London, 1995, s. 210