[22 Haziran 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
The New York Times gazetesinin geçen cuma günkü sayısında, BDP destekli “bağımsız” vekillerden Sebahat Tuncel imzalı bir yazı vardı: “Arap Baharı, Kürt Yazı”. Tuncel, mensubu olduğu Kürt milliyetçi hareketinin talep ve şikayetlerini sıralıyor, AK Parti hükümetini de şiddetle eleştiriyordu.
Türkiye devletini veya hükümetini yeren bu gibi yazıların dış basında yayınlanmasını “memleketi dışarı şikayet etmek” diye yorumlayan ve “ihanet”ten sayan bir bakış açısı eskiden beridir vardır. Ben kuşkusuz öyle düşünmüyor, çünkü hak ve özgürlük arayışlarını “milli dayanışma”dan üstün tutuyorum. New York Times gibi küresel zeminlere adım atmanın BDP gibi katı ideolojik çevrelerde bir “açılım” yaratabileceğini dahi umuyorum.
Gelgelelim, “Türkiye’yi dışarıya şikayet etmek” yanlış olmasa da, bu şikayeti gerçek dışı argümanlarla yapmak kuşkusuz yanlış olur. Tuncel’in yazdıklarının bir kısmı ise o cinsten.
Kapanımın sebebi
Mesela, Başbakan Erdoğan’ın “Kürt açılımı”yla iyi bir adım attığını fakat sonra durakladığını anlatırken, bunu “Erdoğan’ın samimiyetsizliği”ne bağlamış. Çünkü süreç “Türk kamuoyunun açılıma verdiği desteğe rağmen” durmuşmuş!
Oysa “Türk kamuoyu”nun açılıma pek bir destek vermediğini hepimiz biliyoruz. AK Parti’nin bu işe girerken epey risk aldığını, nitekim “Habur olayı” üzerine büyük bir reaksiyonla karşılaştığını ve oy kaybettiğini de biliyoruz. PKK’ya duyulan haklı öfkenin yarattığı bu “kamuoyu psikolojisi” engeli yokmuş da, ortada sırf “samimiyetsizlik sorunu” varmış gibi göstermek, pek dürüst bir tutum değil.
Tuncel, yazısının devamında, AK Parti’nin açılımı hemen “kapatmak” için “askeri operasyonları artırdığını, öncü Kürt partisini (DTP’yi) kapattığını ve Kürt siyasetçileri tutukladığını” da yazmış.
Yani, Tuncel’e bakarsanız, DTP’yi AK Parti kapatmış!..
Türkiye hakkında bir şey bilmeyen The New York Times okurları belki inanabilir buna. Ama hepimiz DTP’yi kapatanın Anayasa Mahkemesi olduğunu, aynı mahkemenin bir yıl önce de AK Parti’ye “laikliği ihlal cezası” verdiğini biliyoruz. Dahası, AK Parti’nin geçen yıl getirdiği ve parti kapatmayı zorlaştıracak olan anayasa değişikliği önerisinin Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından baltalandığını da biliyoruz.
Tek parti tutkusu
Aslında Tuncel’in yazısındaki abartılı AK Parti karşıtlığı, BDP çizgisinin son dönemdeki belirgin vasfı haline gelmiş durumda.
Burada ise tuhaf bir paradoks var: AK Parti, beğenin-beğenmeyin, Kürt sorununda Cumhuriyet tarihinin en önemli adımlarını atmış parti. Bir kitle partisi olduğu için bir taraftan Türk milliyetçiliğinin de nabzını tutuyorsa da, Kürt kimliğinin özgürleşmesi yönünde en önemli reformları o gerçekleştirmiş durumda.
Dolayısıyla, derdi “Kürtlerin özgürleşmesi” olan birisinin, AK Parti’ye olumlu bakması, eleştirilerini yapıcı bir tonda yapması beklenir. (Nitekim Irak’taki Kürt liderlerden gelen mesajlar hep AK Parti’ye destek yönünde.)
Oysa BDP açısından tek mesele Kürtlerin özgürleşmesi değil. Kürtlerin liderliğini kimin üstleneceği, istenen “kollektif haklar”ın oluşturacağı “iktidar alanı”dan kimin yararlanacağı sorusu da aynı derecede kritik. Hatta belki daha da kritik.
Bu açıdansa AK Parti, BDP açısından en büyük tehdit durumunda: çünkü Kürtlerin yarısının oyu ısrarla AK Parti’ye gidiyor. PKK hareketinin “Kürtlerin tek partisi” olma iddiası, bu yüzden havada kalıyor.
BDP’lilerin bu paradoksun yarattığı kompleksi aşması ve yapıcı bir dil kullanması lazım ki, haklı oldukları noktalar, haksızlıklarıyla gölgelenmesin. Başarabilecekler mi, göreceğiz.