[15 Haziran 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başbakan Erdoğan’ın muzaffer “balkon konuşması”nı hemen herkes gibi ben de beğendim. Bunun tek sebebi ise Başbakan’ın barışma ve uzlaşma mesajları vermesi değildi. Yaptığı “helalleşme” vurgusunu da ayrıca sevdim. Bu, “demokrasi” denen evrensel değere kendi Müslüman kültürümüz içinden referanslar bulmanın bir örneğiydi ki, böyle bir dile hem bizim hem de tüm Müslüman dünyanın ihtiyacı var.
Fakat “balkon konuşması”na dudak büken, “biz bu filmi görmüştük” diye omuz silkenler de var. Böyle düşünenler, Erdoğan’ın 2007’deki seçim zaferinin ardından yaptığı “balkon konuşması”nda da kucaklayıcı mesajlar verdiğini, fakat bunun ardından siyasi gerilimin giderek yükseldiğini hatırlatıyor.
Ancak bu yorumları yapanlar, 2007 seçimlerinden sonraki siyasi gerilimin kimler tarafından ve nasıl yükseltildiğini yanlış hatırlıyor gibiler. Onun için hafızalarını tazelemelerine biraz yardımcı olayım.
Statükonun saldırısı
2007’ye dönüp bir hatırlayalım neler olduğunu... AK Parti, “muhtıra” kokan bir askeri diklenmenin ve 367 maskaralığının gölgesinde erken seçime gitmiş ve büyük bir zafer kazanmıştı.
Ardından partinin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, hakkı olduğu şekilde Çankaya’ya çıktı. Ama, “Cumhurbaşkanım” hitabından kaçınmaktan Hayrünnisa Hanım’ı boykot etmeye kadar bir dizi nezaketsizlik gösteren generaller, demokrasiyi hala sindiremediklerini gösterdiler hemen.
AK Parti ise hazır Meclis’te MHP’yi ve Bağımsızlar’ı bulmuşken, kendi tabanının önemli bir sorunu olan üniversitedeki başörtü yasağını kaldırmak istedi. (Niçin istemesindi ki; bu yasak “ırk ayrımcılığı”na benzer bir zulüm idi ve 2002’den itibaren onlarca farklı konuda büyük reformlar yapan hükümet bu konuda henüz hiçbir şey yapamamıştı.)
Sonra, mâlum, tam 411 vekilin oyuyla, başörtülülere üniversite kapısını açan son derede makul ve mütevazi bir anayasa değişikliği yapıldı. (Makul ve mütevazi olduğu o kadar belli ki, Kılıçdaroğlu’nun CHP’si bile bugün buna eyvallah diyor.)
Ama “statüko”, bu makul ve mütevazi adım karşısında zıvanadan çıktı. Kemalist yargı, AK Parti’nin tepesine bindi hemen. Haddini aşıp anayasa değişikliğini iptal etmekle kalmadı; bir de korkunç bir “kapatma davası” açtı. Kemalist parti, yani CHP, bu yargısal darbe girişimini tebessümle izledi. Kemalist medya, zil takıp oynadı.
Yeni durum
Bana sorarsanız, 2007’deki balkon konuşmasının atmosferini dağıtan, ülkeyi yeniden gerilime sürükleyen ana sebep, AK Parti’nin kazandığı seçimin hemen ardından maruz kaldığı bu “statüko saldırısı”dır. Bu saldırıdan kılpayıyla (Anayasa Mahkemesi’ndeki tek bir oyla) kurtulan AK Parti’nin sonra aynı statükonun üzerine gitmesi, “Ergenekon savcılığı”na soyunması, yüksek yargı ve “merkez medya” ile restleşmesi anlaşılır bir tepkidir. Bu süreçte benim de eleştirdiğim bazı aşırılıklar olduysa da, “ilk yumruğu” kimin attığını unutmamak gerek.
Ama şimdi, sanırım, daha farklı ve daha iyi bir evredeyiz. Statüko ve onun toplumsal tabanı, hem zayıflamış hem de bu sayede biraz sakinleşmiş durumda. AK Parti’ye karşı darbeyle değil demokratik yollarla muhalefet etmeye ikna oluyor gibiler.
Kılıçdaroğlu CHP’si bence bu ikinci eğilimi temsil ediyor. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin sürmesini, CHP’nin daha da yenilenerek gerçek bir sosyal demokrat parti kıvamına gelmesini diliyorum.
Böyle bir CHP’nin yeni ve demokratik bir anayasa için AK Parti’yle uzlaşmasını ise hem mümkün görüyor, hem de çok istiyorum. Bu, eğer başarılabilirse, seksen yıllık fay hatlarını onaracak tarihsel bir “helalleşme” olabilir Türkiye için.