Zana’yı Dinleyin, PKK’yı Anlayın
[Haber 365 sitesinde yayınlandı]
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, bağımsız milletvekili adayı Leyla Zana’ya soruşturma açmış. Sebep, Zana’nın, “Oylarınızı Kürdistan’a, barışa ve gerillaya verin” gibi cümleler içeren konuşmasıymış.
İşin hukuki yönü ayrı tartışma, ama siyaseten şunu söyleyeyim: Leyla Zana’ya istediğimiz kadar kızabiliriz, ama ifade ettiği şeyin bir realite olduğunu görmemiz gerek. BDP’ye ve onun desteklediği adaylara oy verenlerin çoğu, zaten PKK’lıları “gerilla” diye görüyor ve dahası destekliyor. Aynı kitle, bizim “teröristbaşı” dediğimiz Abdullah Öcalan’ı da “Önderlik” diye sevip-sayıyor. PKK’yı bir terör örgütü değil, kendilerini ezen otoriter bir devlete başkaldırmış kahraman bir direniş örgütü olarak algılıyorlar.
Ben, kendi adıma, asla böyle düşünüyor değilim. PKK’yı, sivillere de pek çok kez saldırdığı için, bir “terör örgütü” olarak görüyor ve lanetliyorum. Kendisine boyun eğmeyen Kürtler üzerindeki totaliter tedhişini de tel’in ediyor, diline doladığı “demokrasi” laflarına bu yüzden hiç itibar etmiyorum.
Ancak ne bunlara dayanarak, ne de devletin 30 yıldır kullandığı ezberleri tekrar ederek, herkesi PKK’nın “terörist” olduğuna ikna edemiyoruz. Aksine, Türkiye’deki Kürtlerin kayda değer bir bölümü, asıl sorunun “devlet terörü” olduğuna, PKK’nın sadece buna direndiğine inanıyor. PKK’nın kurdurduğu partiler, o yüzden iki milyondan fazla oy alıyor. Oy verme yaşına henüz gelmemiş “taş atan çocuklar” ise cabası…
Bu realitenin Türk kamuoyu tarafından kavranması ise, çok ama çok önemli.
Çünkü Türk kamuoyunda, devletin 80’lerden bu yana sürdürdüğü propagandanın da etkisiyle, olayı hala bir “teröristleri yok etme” problemi olarak algılama yanılgısı var. Pek çok insan, “ordumuz niye hala temizlemiyor bu teröristleri” diye düşünüyor. Oysa, bugüne dek 30 binden fazla PKK militanı öldürülmüş, ama PKK “bitmemiş” durumda. Çünkü örgütün arkasında büyük bir kitlesel taban var…
Aynı Türk kamuoyu, meşhur “Habur olayı” gibi, PKK’yı “silahsızlandırmaya”, yani PKK militanlarını terörü bırakma şartıyla topluma kabul etmeye yönelik girişimlere de büyük tepki gösteriyor. Sadece bu değil, Kürt hareketini tatmin etmeye yönelik her türlü reform fikri, milyonlarca Türk’ü çok kızdırıyor.
Yani bir taraftan “terör bitsin” diyen, diğer taraftan ise terörü bitirecek tek yol olan “siyasi çözüm”den öcü gibi korkan bir kamuoyumuz var.
Bu kitleye dahil olan vatandaşlarımıza şu acı gerçeği dürüstçe söylemek lazım:
Ya giderek “iç savaş” havası kazanan bu çatışma artarak sürecek, ya da Kürt hareketine bir takım tavizler verilecek…
Yani, ya evlatlarımızı Güneydoğu dağlarında ölüme göndermeye devam edeceğiz, ya da “Kürtçe eğitim”, “yerel yönetim”, “Öcalan’ın durumunun düzeltilmesi” gibi taleplerle yüzleşeceğiz…
Hem “devlet sistemi eskisi gibi devam etsin”, hem de “evlatlarımız ölmesin” demek, anlamsız. Çünkü böyle bir “kazan-kazan” seçeneği yok. Bunun mümkünatı yok.
“PKK ne isterse verilsin” demek için söylemiyorum bunu. Her ülkenin ve her toplumun “vazgeçilemez”leri olur. PKK’nın totaliterliğini, şımarıklığını, kan dökücülüğünü ödüllendirmek de kendi adıma en son isteyeceğim şeydir.
Ama karşımızdaki taleplerin bir kısmı zaten makul şeylerdir. Diğerleri müzakere edilebilir, makul “orta yol”lara çekilebilir. Meseleyi derinlemesine inceleyen hemen herkes de bunu böyle görmektedir.
Bir başka deyişle, kanı durduracak olan “siyasi çözüm”ün ana hatları bellidir. En büyük sorun, bu çözümün Türk kamuoyunda nefretle karşılanması, o yüzden de hiç bir hükümetin siyaseten riskli olan bu yolda yürümeye cesaret edememesidir.
Türk kamuoyunun PKK’nın ne olduğunu anlaması, işte bu yüzden elzemdir. Kendimizi hamasetle kandırmaya devam etmekse, aynı sebeple çok tehlikelidir.