‘Abdestli Sosyalizm’ Ve Problemleri
[9 Mayıs 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Son yıllarda siyasi literatürümüze yeni bir kavram girdi: “abdestli kapitalizm”. Bunu, yanılmıyorsam, ilahiyatçı İhsan Eliaçık üretti ki, kendisi görüşlerine saygı duyup niyetine itimat ettiğim değerli bir fikir adamıdır. Dahası, onun ve diğer sol eğilimli dindarların “muhafazakar burjuvazi”ye yönelttiği bazı ahlaki eleştirileri de önemli buluyorum.
Gelgelelim, “abdestli kapitalizm”e veryansın eden bu solcu Müslümanlar, “abdestli sosyalizm” denebilecek bir alternatif öneriyorlar ki, o da eleştiriye epey muhtaç.
HAS Parti’de de önemli bir yankı bulan bu söylemin iki temel ayağı var:
Önce, her Müslümanın kabul edeceği ilkeler sıralanıyor: İslam adaleti emreder, haksızlığa karşı çıkar, zalime karşı mazlumu savunur, vs.
Sonra da iktisadi dünyada neyin “zulüm” neyin “adalet” olduğuna dair Marksist jargondan alınmış bir tanım benimseniyor. Buna göre kapitalizm, bir “sömürü sistemi”nden başka bir şey değil. Dünyadaki açlığın, fakirliğin, savaşların başlıca sebebi de insanları “Karunlaştıran” bu rezil sistem.
Çalışanın alın teri
Oysa gerçekte açlık, fakirlik veya savaş, insanlık tarihi boyunca var olmuş kötülükler. Kapitalizmin özünde yatan ise daha nötr bir şey: “Sermaye” sahibi bir insanın sistemli bir iş kurması ve başka insanları ücret karşılığında bu işte çalıştırması.
Eğer söz konusu “patron”, çalıştırdığı insanları düşük ücretle, sağlıksız şartlarda, ihtiyaçlarını umursamadan çalıştırıyorsa, gerçekten de bir “zalim” olur. Kapitalizmin tarihinde bunun feci örnekleri vardır. Bunların azaltılması ve “işçi hakları”nın kazanılmasında da sol hareketin önemli katkısı inkar edilemez.
Ancak bu bilinçle işçi haklarını savunmak başka şey, işçi olan herkesin mutlaka haksızlığa uğratıldığını ve dolayısıyla kapitalizmin her türlüsünün bir “sömürü sistemi” olduğuna inanmak başka şey.
Marksistler, bu ikinci görüşü ezbere savunur. İsteyen de bunu kabul eder. Ancak bu görüşe İslam’dan bir dayanak bulmak kanımca epey zor. Çünkü “ücretle işçi çalıştırmak” Kur’an’da geçen bir peygamber tutumu olmakla kalmıyor. (Hz. Musa kıssası; 28/26-28) Has Partililer’in 1 Mayıs’ta pankartlaştırdıkları şu hadiste dahi dikkat çekiyor:
“Çalışana hakkını alın teri kurumadan verin.”
“Çalışan” ve ona “hakkını veren” birileri olabildiğine göre, demek ki her patron zalim, her sermayedar sömürücü olmak durumunda değil...
Psikolojik faktör
İslam adına sosyalizm savunanların diğer bir dayanağı, zekat ve sadaka gibi İslami vazifelerden süzülen “sosyal adalet” hedefi. Bu da elbette ki çok önemli. Ama sosyal adalet için neden sivil topluma değil de illa devlete bel bağlamak gerekiyor ki? Aksine, İslam medeniyetinin bu alandaki geleneği oldukça sivildir ve gönüllülük esasına dayalıdır: “ Vakıflar” dediğimiz hayır sistemi, sosyalizmin tam zıttıdır.
Zaten, dikkat edin, meşhur hadiste “komşusu aç iken tok yatan” Müslümana bireysel bir sorumluluk yükleniyor. Komşusu aç iken “nerde kaldı bu sosyalist düzen” diye topu devlete atandan söz edilmiyor.
Kanımca sosyalizmin son dönemde tutmasının bir de psikolojik sebebi var: Müslümanlara yönelik tehditlerin hep kapitalist dünyadan (ABD’den, İsrail’den) geliyor olması. Afganistan’ın “Moskof çizmesi” altında ezildiği 80’lerde yaşasak, psikolojimiz farklı olurdu herhalde.
Oysa bugün tehditlerin sadece kapitalist dünyadan gelmesinin iyi bir sebebi var: Sosyalist dünya diye bir şey kalmadı ki!.. Çünkü nerede uygulandıysa orada battı sosyalizm.
Peki, söyler misiniz, niçin “Amerikan gücünün sırrı nedir” diye merak etmek yerine, Kızıl Çin’in bile terk ettiği bir sistemi ithal edeceğiz?