Endişeli Gelenekselciler
[11 Nisan 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Siyasi partilerin milletvekili adayları bugün açıklanacak. Ve, anladığım kadarıyla, son haftalarda tartışılan “başörtülü milletvekili” talebi hayata geçmeyip bir sonraki bahara kalmış olacak.
Olsun... Şimdi olmazsa sonra olur. Başörtülü başvekil bile olur. Her otoriter rejim ölümü tadıcıdır. Türkiye’deki “laik apartheid rejimi” de kuşkusuz sona erecek, vatandaşları arasında ayrım yapamayan hürriyetçi bir demokrasiye evrilecektir.
Fakat bu işler olurken, bu rejimin “ikinci sınıf vatandaşları” olagelmiş dindar muhafazakarların nasıl bir dönüşüm geçirdikleri de ehemmiyetli bir soru.
Dikkat ederseniz “jipe binen türbanlı”dan “abdestli kapitalizm” eleştirilerine kadar son dönemdeki pek çok tartışma bu soruyla ilgiliydi. Son haftalardaki “başörtülü vekil” kampanyasıyla da bunlara eklendi. Konu sadece kampanyanın siyaset stratejisi açısından değerlendirilmesi olsaydı, bu kadar ses getirmeyecekti. Ama bir de bu kampanyayı başlatan hanımlara yönelik “had bilmeme” eleştirileri oldu ki, en can alıcı nokta buydu.
Yeni kadın profili
Görünen o ki, bu eleştirileri getiren İslamcı veya muhafazakar kalemler, “geleneksel Müslüman kadın” profilinin erimesinden endişeliler. Bunun yerine, kendini erkeklerden aşağı görmeyen, bu sayede toplumda ön plana çıkan, aile içinde ise “beyim daha iyi bilir” demektense eşitlik talep eden bir “modern Müslüman kadın” profili oluşmasından rahatsızlar.
Bu eleştirileri getirenlerin neredeyse hepsinin erkek oluşu, ister istemez akla bir soru getiriyor: Acaba sorun, “dinin erozyona uğraması” mı, yoksa “erkek egemenliğin elden gitmesi” mi, diye.
Biz yine de niyet okumaya soyunmayalım ve cevabı herkesin kendi vicdanına bırakalım.
Fakat bu tartışmanın işaret ettiği ve ele almak gereken bir başka soru var: Modernleşmenin ortaya çıkardığı insan modeli, acaba din açısından gerçekten bir tehlike midir? İyi eğitim almış, “ekonomik bağımsızlık” kazanmış, bireyselleşmiş, kendi kararlarını kendi veren, dolayısıyla “itaat etmek” yerine sorgulamaya eğilimli insanlar, dinden uzaklaşır mı?
Bu insan modelinin dinin bazı geleneksel yorumlarından uzaklaşması muhtemel. Mesela, “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” demek yerine, kendi aklının “mürşitliğine” itibar edebilir. Yahut kadınların eksik akıllı olduğunu ima eden bazı geleneksel metinlere itiraz getirebilir. (Özellikle de bir kadın ise.)
Fıtrat mı, gelenek mi?
Böylesi bir “modernleşme” yaşayan bir insanın karşısında din açısından iki seçenek vardır: Ya, içinde bazı otoriter ve “ataerkil” unsurlar bulduğu dini geleneği tümden reddeder ve sekülerleşir. Ya da bu unsurların dinin özünden değil de onun tarih içindeki yorumlanış biçimlerinden kaynaklandığına karar verir. Ve kendi bireyselliğine alan açan yeni din yorumları arar ya da geliştirir.
Türkiye’de bu iki seçenekten ilki, yani “dinden uzaklaşma” çözümü, son yüz yıldır epey popülerdi. (Arkasında “devlet desteği” de var idi.) İkinci seçenek ise yeni yeni gündemimize giriyor. Başörtülerini muhafaza eden, ama dini gelenekteki “erkek egemen” unsurlara karşı çıkan entelektüel Müslüman kadınlar da, bunun önemli bir örneğini oluşturuyor.
Bu gidişattan rahatsız olan “endişeli gelenekselciler” ise bence şunları bir düşünmeli:
Eğer “modern Müslüman” kimliğine alan açmaz ve insanları “ya modernlik, ya Müslümanlık” diye bir seçime zorlarlarsa, bunun sonucu sekülerleşmeyi hızlandırmak olabilir.
Ve “fıtrat” diyerek korumaya çalıştıkları şeylerin bir kısmı, insan yapımı sosyal yapılar olabilir. Dini bunların içine haspetmek ise hiç marifet değildir.