Erbakan’ın Davası Hedefine Ulaştı
[2 Mart 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Cenazesi için “devlet töreni” istemeyen merhum Necmettin Erbakan Hoca, muazzam bir “millet töreni”yle aramızdan ayrıldı.
Yönettiği partinin oyları yüzde ikiyi aşmazken, cenazesine koşanların sayısının bu kadar çok, onu rahmetle ananların bu kadar renkli olması, bence Erbakan hocanın davası hakkında da bir şeyler söylüyor bize.
Eğer bu davayı Milli Görüş adlı katı bir ideolojiden ibaret görürsek, o zaman bu ideolojinin taşıyıcısı olan Saadet Partisi’nin haline bakıp bir başarısızlığa hükmedebiliriz.
Ama eğer aynı davayı, Milli Görüş’ün sadece bir yorumunu oluşturduğu bir “değerler sistemi”nin taşınması olarak görürsek, o zaman durum değişir.
O zaman, Erbakan’ın niçin bu kadar hayırla yâd edildiğini anladığımız gibi, onun aslında hedefine ulaşan bir lider olduğu sonucuna dahi varabiliriz.
Söz konusu değerler sisteminin özünde, kuşkusuz, İslam yatar. Ama bu da İslam’ın epey “Osmanlı” ve dolayısıyla “Türkiyeli” bir yorumudur. Türkiye’nin kalkınmasını, güçlenmesini ve Müslüman kimliğine sahip bir biçimde modernleşmesini ister.
Aynı değerler sistemi, Cumhuriyet’in ilk çeyrek yüzyılında topluma dayatılan “kültür devrimi”ne ve onun üzerinden kurumsallaşan “laikler oligarşisi”ne karşıdır. Buna karşı “masum Anadolu’nun saf çocukları”nın hakkını savunur ve “demokrasi”ye yaslanır.
Necmettin Erbakan, işte bu değerlere dayalı bir siyasi hareket kurdu. Bunun ideolojisini de, işe başladığı 70’ler dünyasının ideolojik akımlarından etkilenerek formüle etti. O zaman devletçilik, anti-emperyalizm ve “ kapalı ekonomi” rüzgarları esiyordu; Erbakan hoca da bunları benimsedi.
Ama dünya değişiyordu ve aynı değerler sistemini daha pragmatik, liberal ve küreselci bir biçimde yorumlamak hem daha mümkün hem de daha akılcı hale geliyordu. AK Parti, işte bunu görerek “Milli Görüş gömleğini” çıkardı. Ama “değerler sistemi”nden vazgeçmedi.
Tam da bu sebeple, Erbakan hoca’nın da paylaştığı bu değerler, tam da eski öğrencilerinin onun yolundan ayrıldığı 21. yüzyıl Türkiyesi’nde iktidara geldi ve ülkeye damgasını vurdu.
Mesela Erbakan’ın dilinden düşmeyen “kalkınma”, onun düşündüğü “devletçi” araçlarla değil ama “serbest piyasa” sayesinde, son sekiz yılda zirve yaptı. Türkiye, dünyanın en büyük 16. ekonomisi haline geldi.
Erbakan’ın “İslam birliği” ütopyasının altında yatan Türkiye ile Müslüman dünya arasındaki yapay duvarları kırma özlemi, daha realist bir biçimde, yine AK Parti eliyle hayata geçti. Türkiye Batı’ya sırtını dönmedi, ama Doğu’ya olan sırtını dönmüşlüğüne son verdi.
Erbakan “Siyonizm”e karşı koyacak bir Türkiye istiyordu. Ama Siyonizm, onun tahayyülündeki “dünyayı sarmış ahtapot” değil, Filistin’i işgal edip oradaki Araplara zulmeden İsrail militarizmi idi. Buna karşı en güçlü ve ilkeli duruşu da Türkiye, sahiden, son yıllarda gösterdi.
Dindarların onyıllar boyunca çiğnenen hakları ise, yine son yıllarda kazanılmaya başlandı. “Savunan Adam”ın savunduğu özgürlükler, “rektörlerin selam durması”yla değilse de, aralarındaki Jakobenlerin hizaya gelmesiyle genişledi.
Ve, şu işe bakın ki, Erbakan’ın “onlar da bu milletin evlatları” diyerek 28 Şubat günlerinde ikna etmeyi umduğu askerler, “darbecilik virüsü”nden son yıllarda arınmaya başladılar. Genelkurmay Başkanı’nın Erbakan’a ifade ettiği saygı, bunun bir nişanesi oldu.
Ben, günlük siyasetin doğasındaki kamplaşmalara rağmen, Erbakan Hoca’nın da bu “büyük resmi” gördüğünü düşünüyorum. Ve misyonunun başarısını gören bir dava adamının huzuruyla aramızdan ayrıldığına inanıyorum.
Allah ona rahmet eylesin ve ruhu bin defa şâd olsun.