Muhafazakarlık Bir Siyasi İdeoloji midir?
[14 Şubat 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Önce basit bir soru sorayım: “Falanca adam muhafazakardır” diye bir söz duyunca kafanızda ne canlanıyor?
Ağzına içki koymayan, namazlarını aksatmayan, en azından “cumasını” kaçırmayan, muhtemelen tesettürlü bir eşe sahip ve “Batılı”dan ziyade “Anadolulu” zevklere sahip bir Türkiye vatandaşı mı?
Sizi bilemem, ama etrafta ve medyada duyduğum “muhafazakar” kavramı, aşağı-yukarı böyle bir şeye denk geliyor. “Geleneksel dindar” kavramının yerine tercih edilmiş bir alternatif gibi duruyor.
Bu tanımı benimsemiş olan “muhafazakarlar” da, kendilerini “liberaller”den bilhassa bu “yaşam biçimi” açısından ayrı tutuyor zaten. Buna göre “boğaza karşı viski içen”, caminin yolunu pek bilmeyen ve karşı cins karşısında nispeten daha “rahat” davranan tipler, “liberal” olmuş oluyor.
Böylece “Kemalizme muhalefet” konusunda birleşen “liberaller” ve “muhafazakarlar”, nasıl yaşadıklarına göre ayrışıyor.
Ancak bu işte bir tuhaflık var. Çünkü gerek liberalizm gerekse muhafazakarlık Batı’da gelişmiş fikirlerdir ve orada birer “yaşam biçimi”ne değil, birer “siyasi ideoloji”ye karşılık gelirler.
Liberalizm “bireysel özgürlükler”i esas alırken, muhafazakarlık “sivil toplum”u yüceltir. (Üçüncü ana akım ideoloji olan sosyalizm ise, “birey”in ve “sivil toplum”un karşısında “devlet”i güçlendirir.) Muhafazakarlar, toplumun asırlar içinde sınanarak ayakta kalmış geleneklerinin korunmasına da önem verirler.
Buradaki kritik bir nokta şu: Batı’da da dindarların çoğu muhafazakarlığa eğilim gösterse de, bu zorunlu bir ilişki değildir. Bir dindar, pekâlâ liberal veya sosyalist de olabilir. Öte yandan muhafazakarlar arasında ateist bulmak da mümkündür.
Örneğin “muhafazakar düşüncenin babası” sayılabilecek olan Britanyalı düşünür Edmund Burke’ün Fransız Devrimi’ne ve özellikle Jakobenizm’e yönelttiği sert eleştirileri, dindarlar kadar “akılcılık diktası”ndan rahatsız olan dinsiz biri de benimseyebilir.
İyi ama Türkiye’deki kaç “muhafazakar” Burke’ün adını bilir? Hadi o “ecnebi”yi geçelim, kaçı muhafazakar düşüncenin yerli temsilcilerini (örneğin Peyami Safa’yı veya Erol Güngör’ü) okumuştur?
Bu soruların işaret ettiği gerçek kanımca şu: Türkiye’deki mevcut “muhafazakar kesim”in aslında iyi düşünülmüş ve tartışılmış bir siyasi ideolojisi henüz yok. Neye karşı oldukları (darbeler, askeri vesayet, “Ergenekon zihniyeti”, vs.) belli de, neye taraftar oldukları o kadar net değil.
Bu da biraz normal. Çünkü bugün kendine muhafazakar diyenlerin çoğu on sene önce “İslamcı” idi. AK Parti’nin dümeni kırmasıyla birlikte onlar da dönüşmeye başladılar Ama biraz “kervan yolda düzülür” usulü yaşanan bu değişimin teorisi, etiği ve en önemlisi teolojisi (ilahiyatı) üzerinde çok durulamadı.
“Özgürlük” konusunda yaşanan kafa karışıklıkları ve yalpalanmalar sanırım biraz bundan kaynaklanıyor. “Endişeli modernler”e de buradan malzeme çıkıyor.
Bu tablonun önemli bir sakıncası da ne, biliyor musunuz?
AK Parti’nin “dostça eleştiri” imkanından önemli ölçüde mahrum kalması.
Çünkü muhafazakarlığın sağlam bir fikriyatının olmadığı ortamda, bu fikriyatı AK Parti’nin pratiği belirlemeye başlıyor. Yani, AK Parti ne yaparsa muhafazakar siyaset o olmuş oluyor.
Oysa, eğer “ ben sahiden muhafazakarım arkadaş” diyorsanız, bunun “niçini ve nidüğü”nü enine-boyuna düşünmeniz, bir “değerler sistemi”ne dönüştürmeniz, AK Parti’yi de buna göre gerektiğinde destekleyip gerektiğinde eleştirmeniz gerekir.
Hem muhafazakar değerler, hem de Türkiye için gereken odur.