CHP Niçin Değişiyor, Niçin Değişemiyor?
[24 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ana muhalefet partisinin bir “değişim” çabasında olduğu ortada. Bunun, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişiliği ve siyaset anlayışıyla bir ilgisi olduğu da inkar edilemez. Ancak CHP’yi değişmeye, en azından bunu hayal etmeye zorlayan asıl sebep, Türkiye’nin son 5-10 yılda yaşadığı “ tam demokrasiye geçiş” süreci.
Bu süreç, CHP’nin hiç alışık olmadığı bir siyasi tablo yaratmış durumda. Çünkü bu partinin en iyi bildiği, demokrasinin yokluğu veya azlığı sayesinde iktidar olmak.
Nasıl mı? Hatırlayalım, CHP’nin en uzun iktidarı, 1925’ten 1950’ye kadar süren “Tek Parti” devrindeydi. Bu, kelimenin tam anlamıyla bir “sıfır demokrasi” dönemiydi. CHP’den başka hiçbir siyasi partiye izin verilmiyor, tek bir muhalif sese bile tahammül edilmiyordu.
1950’de yapılan ilk serbest seçimlerde ise CHP hezimete uğradı. Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti iktidara geldi. Hem de üst üste üç seçim kazanacak kadar büyük bir halk desteği edindi.
Ancak CHP, “tek parti” olduğu çeyrek asırlık dönemde önemli bir iş başarmış, kendi ideolojisini “devletin resmi ideolojisi” haline getirmişti. Bu yüzden de hem “ordu” hem de “yargı” CHP’nin kan kardeşleri oluvermişti. Nitekim bunlardan ilki 27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti’ye saldırdı, Menderes’i katletti ve 1961 seçimlerini altın tepsi içinde CHP’ye sundu.
Ama “cahil halk” yine “yanlış adamları” seçebilirdi. O nedenle de bir “yarı demokrasi” sistemi kuruldu: Darbecilerin yazdığı anayasa, yetkisini sözde “milletten” ama gerçekte CHP ideolojisinden alan “vesayet kurumları” üretti. Seçimi kim kazanırsa kazansın, “kırmızı çizgiler”i bu kurumlar belirleyecekti.
Partinin 70’lerde Ecevit’le birlikte “ortanın solu”na kayması bu denklemi bozdu; ama “sol”un dünyada bitmesiyle birlikte o parantez de kapandı. Her şey aslına döndü.
Dolayısıyla da 1988’de CHP’nin başına geçen Baykal, “CHP + Ordu + Yargı = İktidar” formülünü yeniden keşfetti. CHP başörtüsünü yasaklatmak yahut Gül’ün Çankaya yolunu kesmek mi istiyordu? İş kolaydı; Anayasa Mahkemesi’ne bir müracaatla sorun çözülüyordu. CHP’nin seçim kazanmasına gerek yoktu; seçimi kazananlara karşı vesayet çarklarını işletmesi yetiyordu.
Ancak vesayet çarkları artık işlemiyor. CHP de bu acı gerçeği görüyor. Ve anlıyor ki bundan böyle siyasi güç kazanmak için başka herkesin denediği yolu denemek, yani seçim kazanmak zorunda.
Kılıçdaroğlu’nun “açılım” çabalarının sebebi bu. Fakat bu çabalar aynı zamanda bir paradoks da yaratıyor CHP açısından: Parti, farklı toplumsal kesimlerden oy almak için, toplumsal karşılığı yüzde 20 olan Kemalist ideolojiyi aşmak zorunda. Ama, çoğu CHP’li açısından bu ideoloji bu partinin varlık sebebi. Eğer parti çok “ açılır” ise kazan kaldırabilir veya başka kapıya gidebilirler.
Bu paradoks yüzünden de CHP gerçekten değişemiyor. İç tutarlılığı olmayan kozmetik çabalardan öteye gidemiyor.
Eğer gerçek bir değişim olacaksa, bu ancak Ecevit’in “ortanın solu”nu inşa ederken Tek Parti dönemini eleştirmesi gibi bir “ideolojik iç muhasebe” ile olabilir.
AK Parti’yi kuran kadro da, Milli Görüş’ten koparken böylesi bir muhasebe yapmıştı. İslam’ın demokrasiyle, liberal laiklikle uyumunu kabul etmiş, Erbakan’ın “ataerkil biat” öğretisini reddetmişti.
Acaba CHP de kendi “ataerkil biat”ını sorgulayabilir, dilinden düşürmediği “akılcılık” ilkesini kendi köklerini eleştirmek için işletebilir mi?
Göreceğiz.