Türkçe Yazılar

Lizbon Zafer mi, Hezimet mi?

[22 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
.
Milliyet’in dış politika editörü Kadri Gürsel’in dünkü köşesinin başlığında “AKP dış politikası Lizbon’da iflas etti” diye yazıyordu. Peki niçin ve nasıl iflas etmişti bu politika?
Gürsel’e göre Türkiye aslında NATO zirvesinde doğru kararı vermiş, yani füze savunma sistemine katılarak Batılı müttefikleriyle mutabık kalmıştı. “İflas eden”, bugüne kadar yürütülen “sıfır sorun adlı Ortadoğululaştırmacı mefkûre” idi. İşin ilginç yanı, “laik kimliği” belirgin olan Gürsel’in bu konudaki en büyük referansının “İslamcı kimliği” aynı derecede belirgin olan İHH Başkanı Bülent Yıldırım olmasıydı. İkincisinin zirveden önce söylediği şu sözler, birincisi tarafından memnuniyetle alıntılanıyordu: “Türkiye... Ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürecek ya da bütün İslam dünyasını karşısında alacak, NATO’nun bir piyonu olacaktır.” Yani her iki yorumcuya göre de, hem doğulu komşularla hem de batılı müttefiklerle iyi ilişkiler yürütemezdik. Mutlaka “taraf seçmek” zorundaydık. Oysa herkes bu ak-kara ikilemi içinde görmüyor dünyayı. Ve öyle görmeyenlerin içinde ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama gibi hatırı sayılır şahsiyetler var. Hatırlayın, tam tamına şöyle demişti Obama, geçen yıl Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada: “Biliyorum ki Türkiye’nin geleceğini tartışmayı sevenler var... Buranın medeniyetlerin karşılaştığı yer olduğunu biliyor ve bunlardan hangisine doğru çekileceğinizi merak ediyorlar. Anlamadıkları ise şu: Türkiye’nin büyüklüğü, farklı şeylerin ortasında yer almasında yatıyor. Burası Doğu’nun ve Batı’nın bölündüğü değil, bir araya geldiği yer .” Bir başka önemli isim, Britanya Başbakanı David Cameron da benzer şeyler söylemişti geçen yaz Ankara’da. “Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında tercih yapmak zorunda olduğunu düşünen, ikisini birden seçmenin mümkün olmadığını sananlar”ı eleştirmişti. Bunların “dünyayı medeniyetler çatışması prizması içinden görerek” yanıldıklarını vurgulamıştı. Bu iki Anglo-Sakson liderle Lizbon’da uzun saatler geçiren, orada hem dik durarak, hem de yapıcı davranarak “optimum” bir sonuç elde eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise bence alkışlanacak bir iş yaptı. Türkiye’yi hem NATO konsepti içinde tuttu, hem de bu konseptin yumuşamasını sağladı. Bu gerçeği göremeyen iki zıt cephe var Türkiye’de. Ve, siyaseten zıt olmalarına rağmen, zihinsel açıdan benzer ezberlere sahipler. “Batıcı laikler” görmüyor ki, Ankara’nın Batı’ya gerektiğinde “hayır” demesi, kendi tezlerinde ısrar etmesi ve Batı’yla sorunlu aktörlerle diyalog kurması, Türkiye’nin aleyhine işlemiyor. Batı’daki “şahinler” bu yüzden bize kızıyorlar elbette. (Mesela Hürriyet’ten Ferai Tınç’ın alıntıladığı Wall Street Journal öylesi “şahin” bir yayın.) Ama Obama veya Cameron gibi liderlerin daha yakın durduğu “ılımlı” taraf, tam da bu “bağımsız” çizgisi nedeniyle Türkiye’ye daha çok itibar ediyor. Bu yolla Müslüman dünyaya daha iyi ulaşmayı umuyor. “Doğucu İslamcılar” ise fark etmiyor ki, ortada “İslam ümmetine karşı saldırıya geçmiş” yekpare bir Batı yok. O kafada bazı İslamofobik güçler varsa da, bunlara karşı çıkanlar da var. Türkiye’nin Batı ittifakındaki rolü ise, bu Batı-içi tartışmayı ılımlılar lehine etkiliyor. Bir başka deyişle, Türkiye’nin NATO’da var olması, olmamasından çok daha hayırlı; hem kendisi hem de İslam dünyası için. Sonuçta, “Lizbon’da iflas eden sıfır sorun politikası” filan yok ortada. Aksine, bir “zafer” değilse de, kayda değer bir dış politika başarısı var.
All for Joomla All for Webmasters