“Karşımızda... - Kürt meselesinde tutucu... - Ermeni meselesinde ödünsüz... - Alevi meselesinde önyargılı... - Avrupa Birliği konusunda mütereddit... - Gündelik hayatta toleranssız... Bir büyük ‘Sünni Muhafazakâr İttifak’ var.”Sonra da bu “Sünni Muhafazakâr İttifak”ın avukatlığını yaptığını düşündüğü “liberallere” kızıyordu. Hakan’ın ima ettiğine göre, söz konusu muhafazakârlar, özgürlüklerin genişletilmesiyle değil, sadece “yıllarca hor görülen, itilip kakılan muhafazakâr hayat tarzının itibar kazanması”yla ilgiliydiler. Eski zihniyetleri pek değişmemişti yani. Ancak aynı gün Yeni Şafak’ta yazan Akif Emre tam aksi kanaatteydi. Birikimli bir İslamcı aydın olan Emre, İslami kesimin “eşcinsellikle başörtüsünü aynı kefeye koyan bir özgürlük talebini” benimseyerek fena halde savrulduğunu düşünüyordu. Şöyle de uyarıyordu:
“Avrupa Birliği sürecinin alevlendirdiği Kopenhag kriterleri, özgürlük talepleriyle birlikte hayat tarzını ve gelecek tasavvurunu belirleyecek hale geldi... Bir bakıma laikçilerin yapamadıklarını liberal ittifak gerçekleştirdi ve varoluşsal anlamda özgürlük arayışı seküler hayat tarzına evrildi.”Kısacası, Ahmet Hakan’a göre “Sünni Muhafazakâr İttifak”ta pek bir liberalleşme yoktu. Akif Emre’ye göreyse o kadar fazla vardı ki, neredeyse din elden gidiyordu. “Gerçek bence ikisinin arasında bir yerlerde” diyeceğim, ama tam da öyle demiyorum, çünkü her iki yazarın da paylaştığını düşündüğüm bazı ön kabulleri paylaşmıyorum. Dolayısıyla tek tek gideyim. Ahmet Hakan’ın “Sünni Muhafazakâr İttifak” hakkındaki tasviri bence biraz haksız. Muhafazakâr kesim, “herkese özgürlük” diye yanıp-tutuşmuyor olabilir, ama yine de son 20 yılda büyük bir zihniyet değişimi geçirdi. Demokrasiyi ve hatta “bireysellik”, “çoğulculuk” gibi liberal kavramları benimsedi. Eskiden “gavur” veya “Haçlı” diye kötülediği Batı dünyasına “din özgürlüğü” perspektifinden ısındı. Yapılan sosyolojik araştırmalar da bu değişimi teyid ediyor. “N’yalan söylüyorsun! Takiye yapıyorlar! Bak, geçen Konya’ya gittik, bira bulamadık!” düzeyinden biraz daha yukarı çıkmak isteyenler, açıp okuyabilir. Son on yılda ortaya “ulusalcılık” diye yeni bir kavramın çıkmış olması bile çok şey anlatıyor. İçe kapanmayı, otoriter siyaseti ve azınlıklara karşı hoşgörüsüzlüğü çağrıştıran “ulusalcılık”, muhafazakârların sevmediği bir şey. Oysaki eskiden bu tutumlara çok da uzak durmayan “milliyetçi-muhafazakar” bir taban vardı. Peki ama bu zihniyet değişimi, Akif Emre’nin dediği gibi “sekülerleştirici”, yani dinden uzaklaştırıcı mı? Eğer dindarlığı sadece geleneksel toplumunun “cemaat” yapılarına bağlı görüyorsanız, sahiden de öyle olur. “Birey” haline gelen insanın sadece devletten ve toplumdan değil dinden de “özgürleşeceğini” varsayıyorsanız, “liberalleşme” gerçekten de “dinden uzaklaşma”dır. Oysa Batı (ve bilhassa Amerikan) tecrübesine baktığımızda, orada bireyselliğin ve özgürlüğün illa seküler kavramlar olmadığını, aksine epey güçlü dini temelleri olduğunu görüyoruz. Şu ara büyük din sosyoloğu Max Weber’i yeniden okuyorum. Batı’daki birey fikrinin, Protestan dindarların, “sadece Allah’a güvenmek, O’nun karşısında yalnız olmak” duygusundan çıktığını anlatıyor. Peki Ahmet Hakan’ın inanmadığı, Akif Emre’nin ise tehlikeli bulduğu değişim, Türkiye muhafazakârlarını da böyle bir “modern dindarlık” yoluna sokabilir mi? Göreceğiz…