‘Derin Devlet’e Fazla Yükleniyoruz Galiba
[20 Eylül 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hakkari’de dokuz vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan korkunç saldırıyı kim düzenledi? Bu soruya sadece BDP sözcüleri değil aynı zamanda bizim “demokrat” taraftan bazı yazarlar da “derin devlet” cevabı verme eğilimindeydi ilk başta. Ama hükümet tarafından açıklanan bilgiler, bu toplu cinayetin sorumlusunun “PKK içindeki radikal bir fraksiyon” olduğuna işaret ediyor.
Hatırlarsanız bir yıl kadar önceki Reşadiye saldırısı üzerine de aynı şey olmuştu. Bazı dostlar, “tam da açılım sürecine denk gelen bu provokasyonun derin devlet işi” olduğuna hükmetmiş, fakat bir kaç gün geçmeden PKK üstlenmişti eylemi.
Acaba bu yanılmalardan bir ders mi çıkarmak lazım? Bu “derin devlet” problemini biraz abartır mı olduk?
Cumhurbaşkanı’nın New York yolunda gazetecilere söyledikleri de bu soruları gerekli kılıyor. Ergun Babahan’ın dünkü Star’da yazdığına göre, geçmişte Diyarbakır’da bir dershane ve parkın da PKK tarafından bombalandığını hatırlatarak şöyle demiş Sayın Gül:
“Failleri yakalanmasaydı ‘Devlet yaptı’ diye propaganda yapacaklardı. Burada da benzer propagandayı yapıyorlar. Failleri muhakkak bulup çıkarmak lazım.”
Cumhurbaşkanı “derin devlet imalarına” karşı ise, “şu gerçek ki geçmişte bazı yanlışlıklar yapılmıştır” demiş, ama “güvenlikten sorumlu kurumları sistematik şekilde zan altında bırakmak doğru değil” diye de eklemiş.
Ben de buna yakın düşünüyorum. Son yıllarda çok duyduğumuz bazı derin devlet analizlerinin de aşırı “komplocu” olduğu kanısındayım.
“Derin devlet”in varlığından kuşkum yok, tabii. Bu, Süleyman Demirel’in ünlü ifadesiyle “devletin rutin dışına çıkmasını”, yani hedeflerini gerçekleştirmek için suç işlemesini ifade ediyor. 90’lı yıllardaki “faili meçhuller”in çoğunun böyle gerçekleştiğini hepimiz biliyoruz. 2005 yılındaki ünlü Şemdinli olayı da mükemmel bir “numune.”
Fakat tüm bunlar “PKK’ya karşı mücadele” çerçevesinde yapılan şeyler. Yapılan korkunç işleri haklı göstermek için söylemiyorum bunu. Ama arkalarındaki niyeti doğru tespit etmek lazım.
Oysa son yıllarda öyle bir siyasi söylem gelişti ki, “derin devlet” sanki PKK diye bir şey yok iken onu yoktan yaratmış, onu bilerek ve isteyerek güçlendirmiş, şimdi de “aman PKK bitmesin, kan durmasın” diye canla başla uğraşır olmuş.
Dahası son 80 yıldır ülkede işlenen ne kadar siyasi cinayet ve toplumsal kargaşa varsa hepsini yine bu “derin devlet” organize etmiş.
Kimse kusura bakmasın ama ben bu tabloyu pek inandırıcı bulmuyorum.
Çünkü, öncelikle (“Siyon Protokolleri” denen uydurmada olduğu gibi) her taşın altında bir “kötülük organizasyon merkezi” yatması gerekmiyor. Türkiye çok karmaşık bir toplum. Burada her türlü fanatizm, kör ideoloji ve siyasi şiddet kendiliğinden gelişebilir.
Dahası, “niyetler” ve “sonuçlar” arasında “derin devlet avcıları”nın varsaydığı gibi doğrusal bir ilişki yok. Dolayısıyla, devletin izlediği kimi politikaların çok vahim sonuçları olması, bu politikaların altında illa “hain planlar” yattığını göstermiyor.
Örneğin, 12 Eylül döneminde Diyarbakır’da binlerce tutukluya korkunç işkenceler yapan askerler, “bunları iyice ezelim de intikam için dağa çıksınlar” diye düşünmüyorlardı herhalde. Aksine, “eze eze hizaya getiririz” diye düşünecek kadar dar kafalıydılar.
Devletle ilgili sorunlarımızın çoğu da zaten bu “sığ”lıktan kaynaklanıyor sanırım, “derin”likten ziyade…