Mağlup ‘Hayır’cılara İyi Niyetli Tavsiyeler
[13 Eylül 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ben bu satırları yazarken referandum sonucu henüz kesinleşmemiş, ama çok güçlü bir “evet” çıkacağı belli olmuştu.
Mührünü “evet”e basan milyonlardan biri olarak bu sonuca seviniyorum elbette. Sandıktan onay alan anayasa değişikliklerinin ülkeye faydalı olacağı inancındayım ve bunu görmeyi bekliyorum.
Ancak önümüzdeki dönemde Türkiye’yi etkileyecek tek siyasi dinamik “evet”in sonuçları değil. “Hayır” cephesinin, özellikle de bu cephenin omurgasını oluşturan “CHP tabanı”nın içine gireceği psikoloji de önemli.
Kendini “laik”, “çağdaş”, “Atatürkçü” gibi kavramlarla tanımlayan bu kitle, mâlum, toplumun geleneksel “seçkin”lerinden oluşuyor. Ancak AK Parti iktidara geldiğinden beri ülkeyi hızla kaybettiğini ve “Cumhuriyet’in kazanımları”nın eridiğini düşünüyor.
(Aslında azıcık düşünseler, kendilerine “kazanım” getiren sistemin başka vatandaşlara aşağılanma, baskı ve zulüm getirdiğini anlayacaklar. Ve o “ikinci sınıf vatandaşlar”ın, “vatan haini” veya “Atatürk düşmanı” oldukları için değil, insan oldukları için değişim istediğini fark edecekler. Ama nerde o empati.)
Korkarım “Cumhuriyet’in yargı kalesinin de düşmesi”, bu kitleyi daha da karamsarlaştıracak. AK Parti’nin aşırı derecede güçlendiğini düşüp paniğe kapılacaklar. Belki de Fazıl Say, “bu kez tam mahvolduk, her şey bitti” diye demeçler verecek Avrupa gazetelerine.
Durum böyle, çünkü söz konusu Kemalist Türkler, “Cumhuriyet”in has vatandaşları olmaya ve onun tarafından kayırılmaya alışık. Örneğin;
- Yüksek Yargı’nın, sadece “başı açık” kadınların haklarını korumasını, “başı kapalı” olanları ise (diğerlerinin kaygıları ve hatta göz zevki uğruna) acımasızca ezmesini,
- Aynı Yüksek Yargı’nın “imam-hatipli”lere haksızlık yaparak “laik eğitimli”lere iltimas geçmesini,
- Veya herkesin vergisiyle ve “vatan borcu”yla beslenen Ordu’nun, sadece kendi ideolojilerine “bekçilik” yapmasını, doğal, normal, “olması gereken” bir şey sanıyorlar.
Ama bu deniz artık tükendiğine göre, “yenilenme” şart. Bunun da tek bir yolu var: Otoriter “Cumhuriyet”in arkasında sipere yatmaktansa, “demokrasi”ye dahil olup onun içinde yarışmak.
“Tamam, yapalım da nasıl yapalım” diye soracak olan iyi niyetli Kemalistler varsa, kendilerine bir kaç tavsiyede bulunayım:
- Önce, her panik atağınızda “kurtar bizi Atam!” diye Anıtkabir’e koşmayı bırakın. Atatürk öldü. Sizi duyamaz.
- Sonra 1930’lardan çıkıp bugüne gelmeye çalışın. Son 70 yıldır “muasır medeniyet”in fikir dünyasında neler olmuş, bir bakın. İngilizce diye ecnebi bir dil var, son dönemde çok tuttu, onu söker de biraz kitap-gazete karıştırsanız mutlaka faydası olur.
- Sizin “yaşam biçimi”ne bayıldığınız, ama zihniyetinden bihaber olduğunuz Batı’nın “düşünce kuruluşu” diye bir icadı var. Siz de öyle bir şeyler kurun da “Türkiye’deki hemen her seçimi neden merkez sağ kazanır” sorusuna “çünkü halk cahil şekerim”den başka ne cevap verilebilir, bir araştırın.
- Bu “referandum hezimeti”nden sonra CHP’ye yeni lider arar mısınız, bilmem. Ama Kemal Kılıçdaroğlu ile devam edecekseniz, lütfen kendisine yardımcı olun da “sorunları nasıl çözdüğümüzü iktidara gelince görürsünüz” gibi insan zekasını alaya alır şeyler söylemesin. “Ekonomi”den anladığı da “havuzlu villa” edebiyatının ötesine geçebilsin.
“Türkiye’nin aydınlık insanları” böyle bir hamle yapabilirlerse, hem kendilerine hem ülkeye büyük iyilik etmiş olurlar.
AK Parti’yi indiremeseler bile, sıkıştırır, dengeler ve daha sorumlu kılarlar.
Öylesi bir demokratik muhalefet de fazlasıyla lazım zaten.