‘Evet’ Demokrasi, ‘Hayır’ Cumhuriyet İçin
[6 Eylül 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Referanduma bir haftadan az kala, “evet”in ve “hayır”ın anlamı konusunda bazı seçmenlerin kafası hala karışık. Bu nedenle biraz “kavramsallaştırma”da fayda var.
Bunun iyi bir örneğini, üç hafta kadar önce Hürriyet yazarı Ege Cansen’in köşesinde okudum. Daha başlıkta meseleyi ustaca özetleyivermişti Cansen:
“Referandum: The Cumhuriyet mi, The Demokrasi mi?”
Yani referandum, son 5-6 yıldır sıkça duyduğumuz, kökeni ise 50’li yıllara uzanan “Cumhuriyet-Demokrasi çelişkisi”nin yeni bir aşamasından başka bir şey değildi.
İyi ama “cumhuriyet” ve “demokrasi” neden çelişkili kavramlardı ki? İkisi de “halkın kendini yönetmesi” anlamına gelmiyor muydu, kabaca?
Hayır, gelmiyordu. Çünkü bu kavramların, özellikle de “cumhuriyet”in, epey nevi şahsına münhasır bir manası vardı ülkemizde. Ege Cansen de bu gerçeğin altını çiziyor ve “Türkiye’de cumhuriyet denince temelde üç şey anlaşılır” diyerek açıklıyordu:
“1. Laiklik. Yani, insan aklını özgürleştirmek.
2. Etnik kökeni ne olursa olsun, Türküm demekten mutlu olmak.
3. Tam bağımsızlık.”
Bu açıklamaları bir taraftan hayli öğretici, bir taraftan da biraz yanıltıcı buldum. Onun için ben de kendi açıklamalarımı ekleyeyim:
Cansen’in laiklik tanımı aslında bir “itiraf” niteliğinde. Çünkü ben laikliği “din ve devletin ayrılması” sanıyordum, evrensel tanıma aldanarak. Fakat gerçekte neymiş, “insan aklının özgürleştirilmesi”ymiş.
Peki neden “özgürleştirilecek”? Tabii ki dinden…
Kim “özgürleştirecek”? Tabii ki devlet …
Yani devlet, dinin etkisini vatandaşların zihninden kazıyıp atacak. (“Peki asıl bu devletten kim özgürleştirecek bizi” diye sormayın; öyle anarşik sorular cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı.)
Cansen farkında mı bilmiyorum, ama böylesi bir “laiklik” demokratik Batı’da yoktur. Ancak Stalin, Mao veya Enver Hoca gibi diktatörlerin rejimlerinde görülür…
Cansen’in “Cumhuriyet”e getirdiği diğer iki tanım da yine biraz “tercüme” istiyor.
“Etnik kökeni ne olursa olsun, Türküm demekten mutlu olma”nın gerçek manası, devletin, etnik kökeni ne olursa olsun, herkese zorla, bağırta bağırta “Türküm” dedirtmesi…
“Tam bağımsızlık”ın kritik manası ise, böyle otoriter işler yaptığı için uluslararası toplum tarafından sorgulanan devletin, “size ne yahu, benim vatandaşım değil mi, ister sever, ister döverim; ister Filistin askısına asar, ister elektriğe bağlarım” demesi.
Peki bütün bunlara alternatif olan “demokrasi” ne? Cansen, sağolsun, ona da açıklama getirmiş:
“1. İslam dinine göre düşünme ve yaşama.
2. Etnik kökenlere göre ayrışma.
3. Büyük devletlerin gözüne girme, onların vesayetini kabullenme.”
Bunları da “dindarca yaşayabilme hakkı”, “Kürdüm diyebilme özgürlüğü” ve “muasır medeniyetin insan hakları ve demokrasi kriterlerini kabul etme iradesi” diye tercüme edebiliriz.
Evet, referandumun özü, gerçekten de bu temel ayrımlarda. Bir tarafta toplumu Jakoben bir ideolojiye göre 80 yıldır zorla dönüştürmeye çalışan “cumhuriyet”, diğer tarafta ise bu sistemin mağdurları için hak ve özgürlük isteyen “demokrasi” var.
Hayır cephesinin başını çeken CHP, bu açıdan çok doğru, çok kendine yakışır bir iş yapıyor. (Kılıçdaroğlu’nun “halkçı” demagojilerine bakmayın; o vitrinin gerisinde bildiğiniz “seçkinci” CHP aynen duruyor. Asıl “şeker kaplı zehir”, bu.)
Kendine yakışmayan işi yapan parti ise MHP.
Ve umarım, gelecek pazartesi, demokrasinin “evet”le kazandığı, CHP’nin yenildiği, MHP’nin ise utandığı bir Türkiye’ye uyanacağız.