Siz De Biraz ‘Simon' Olabilir Misiniz?
[1 Eylül 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Bir önceki yazımda belirtmiştim: Hanefi Avcı'nın “Haliç'te Yaşayan Simonlar” kitabına eleştirel bakıyorum. Bilhassa “cemaat” hakkındaki komplo teorisini abartılı buldum. Ancak bir kaç günde siyasi literatürümüze kazandırıverdiği “Simon” kavramını da önemsedim.
Bu, Avcı'nın kitabında anlattığı bir PKK militanının kod ismi aslında. Kendini PKK davasına ölesiye adamış olan “Simon”, öz kızkardeşinin örgüt tarafından suçsuz yere öldürülmesine seyirci kalıyor. Bunu da PKK'nın “yüce ideallerine” bağlı kalmak için, yani “idealistçe” yapıyor.
Avcı, bu örnekten yola çıkarak, “cemaat”in hedeflerini hukukun üstünde tuttuğunu düşündüğü polis şeflerini “Simonlaşmakla” suçlamış.
Ancak aslında “Simonlaşmak” için illa dar bir örgütlenmenin içine girmek şart değil. Herhangi bir “kollektivite”nin hedef ve çıkarlarını, hakkın, hukukun ve insan vicdanına kazınmış olan temel “adalet” duygusunun üzerine çıkaran herkes, bu yola girmiş demektir.
Ve bu kollektivite, “örgüt” ya da “cemaat” gibi çok azımızı ilgilendiren gibi dar yapılar yanında, “devlet” yahut “ulus” gibi hepimizi kuşatan daha büyük yapılar da olabilir.
Bakın, güncel tartışmalardan bir örnek vereyim. Biliyorsunuz, Onur Öymen sayesinde “Dersim trajedisi” gündemimize girdi. Öğrendik ki şimdiki adı “Tunceli” olan bu kentte 30'lu yılların sonunda korkunç şeyler olmuş. Devlet “isyan bastırmaya” çalışırken, binlerce sivili de öldürmüş. Nice kadın, çocuk ve yaşlı feci şekilde can vermiş.
Peki, şimdi bu gerçek karşısında nasıl bir “ahlaki yargı” koymak lazım?
Emekli general Osman Pamukoğlu geçenlerde koydu bir yargı. Şöyle dedi:
“Hiç uzatmanın gereği yok. Dersim birkaç kere ayaklanma teşebbüsünde bulundu. Atatürk sağdı, her şeyi yaptıran Atatürk'tü... İsyanları devletler nasıl bastırdıysa, Atatürk'te öyle bastırdı. Bundan sonra olacaksa yine aynı şekilde bastırılacaktır.”
Dikkat ederseniz bu sözlerde Dersim'de ölen masum insanlara karşı herhangi bir acıma ve üzüntü duygusu yok. Bir “devletlerin isyanları bastırma hakkı”na referans var, bir de bizim devletin en büyük referansı olan Atatürk'e...
Zaten sanırım Pamukoğlu'nun beklentisi de “bu işi Atatürk yaptı” deyince herkesin, “aaa, öyleyse tamam, hiç sorun yok, zaten Ulu Önderimiz neylerse güzel eyler, Yüce Devletimiz ne yaparsa doğru yapar” demesiydi.
Yani herkesin “Kemalist Cumhuriyet'in Simonu” olması...
★ ★ ★
Peki ama Simonlaşmadan korunmanın yolu ne? Hiç bir “aidiyet” duygusuna sahip olmamak mı?
Bazı “ultra-liberal” dostlarım böyle düşünüyor. Oysa bence sorun “aidiyet”te değil; bu “aidiyet”i dengeleyecek “bireysel değer yargıları”ndan mahrum olmakta.
Konu, dini cemaatler açısından bilhassa önemli gerçekten. Çünkü bu cemaatlerin “aidiyet”i ve “dayanışma”sı güçlüdür. Sizden, “ben değil, biz” demeniz ve “kardeşlik havuzu içinde erimeniz” beklenir.
Fakat bence burada kritik bir ayrım var: Bencilliği terk ederek fedakâr bir “hizmet eri” olmak başka, “bireysel değer yargıları”nı terk ederek gözü kapalı bir “emir eri” olmak bambaşka.
İkincisi, en ihlaslı cemaatte dahi bazı istismarların yolunu açar; çünkü kimsenin “bir dakika arkadaşlar, burada bir yanlış yapıyor olmayalım” diye itiraz etmediği yerde yanlışlar katlanarak artar.
Dahası, gördüğü yanlışlara itiraz etmeyen Müslüman, buradan önemli bir “vebal”de yüklenmiş olur.
Çünkü, unutmayalım, İslam'da “kollektif kurtuluş” değil, “bireysel hesap” vardır. Ve Allah, her mümini uyarmıştır:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra Suresi, 36)