Simonlar, Komplolar ve ‘Cemaat'
[30 Ağustos 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hanefi Avcı'nın “Haliç'te Yaşayan Simonlar” kitabı gündeme oturdu. Böylesi “istihbari” meselelerden pek anlamasam da, ben de bir kaç şey söyleyeyim.
Öncelikle Avcı'ya karşı kullanılan “niçin şimdi”, “zamanlama pek düşündürücü” gibi itirazlara, yahut “teşkilatta yükselemedi, kıskandı, intikama girişti” gibi suçlamalara katılmıyorum. Bunların hepsi “niyet okuma”dır. Ve niyet okuma, muhafazakarlara karşı yanlış olduğu gibi, onları eleştirenlere karşı da yanlıştır.
Dolayısıyla bunları bir kenara bırakıp, asıl Avcı'nın ne dediğine bakmak lazım.
Ben kitabı henüz okuyamadım, ama Avcı'nın NTV'deki uzun söyleşisini izledim. Açıkçası, anlattığı şeylerin bir kısmına, örneğin devlet ideolojisi ve Kürt sorununa dair “liberal” görüşlerine katıldım. Türkiye'deki yaygın “komplocu” zihniyete karşı çıkışı ve her siyasi cinayetin arkasında illa bir “yapılanma” olmadığını söyleyişi de ikna ediciydi.
Çünkü Türkiye'de bir “derin devlet” olduğu ve bunun bazı kirli işler organize ettiğine kuşkum yok; ama şiddete eğilimli bir “lümpen faşizm” de var ve bunun “kendiliğinden” harekete geçmesi de mümkün. Müşahhas olaylar karşısında bu iki alternatiften birini ezbere savunmaktansa, hukuki delillere bakmak lazım.
Gelgelelim, tüm bu noktalardaki “gayrı-komplocu” yaklaşımına katıldığım Hanefi Bey'in kendisi de, “cemaat” yani Fethullah Gülen Hareketi konusunda biraz komplocu geldi bana.
★ ★ ★
Önce, eğri oturup doğru konuşalım: Gülen hareketinin “Ergenekon” dediğimiz yapıya yahut ideolojiye karşı “müteyakkız” olduğu bir sır değil. Zaman gazetesi okumak veya STV seyretmek bile yeterince fikir veriyor.
Peki ama neden böyle? Söz konusu hareketin “kendinden olmayana düşman olmak” gibi bir tarzı yok. Bilakis, gayrimüslimlerden tutun da seküler aydınlara kadar farklı kesimlerle dostluk kurduğu mâlum.
Sorun, kanımca, “Ergenekon” dediğimiz yapının bu harekete (ve genel olarak sivil dini oluşumlara) düşman olması. Bu düşmanlığın nasıl hayata geçtiğini de 28 Şubat'ta gördük.
Yani, bence Gülen hareketinin Ergenekon'la uğraşması, bu hareketin felsefesinde zaten yeri olmayan “devleti ele geçirip İslamcı dikta kurma” gibi bir hedeften kaynaklanmıyor. “Devleti kısmen ele geçirmiş bir ideolojik kadronun şerrinden korunma” refleksinden doğuyor.
Hareket, bu tehlikenin ancak “demokratikleşme” ile savuşturulacağını gördüğü için de, son on yıldır Türkiye'deki otoriter rejimin geriletilmesinde önemli bir “sivil toplum” katkısı sağlıyor. Bu açıdan, Katolik Kilisesi'nin Polonya'daki komünist rejimin yıkılmasında oynadığı toplumsal rolü çağrıştırıyor bana biraz.
★ ★ ★
Elbetteki sivil toplum rolü oynamakla, emniyet teşkilatında ağırlık merkezi oluşturmak farklı şeyler. Normal bir ülkede ikincisinin tasvip edilemeyeceği de açık. Ama TSK'nın ve yüksek yargının “ideolojik kast” görüntüsü verdiği bir ülkede, polisin de alternatif bir yapı içinde olması belki bir “denge unsuru” sayılabilir. Yani anlaşılabilir.
Eğer durum gerçekten böyle ise, bunun bazı olumlu sonuçları olduğunu da teslim etmek gerek. On yıl öncesinde sıradan bir polis uygulaması olan “işkence”, örneğin, bugün büyük ölçüde bitmiş durumda.
Peki ama ortada Hanefi Avcı'nın iddia ettiği gibi olumsuz sonuçlar (yani iftira ve komplo) da var mı? Asıl soru bu.
Tanıdığım “Fethullah Gülen talebesi” profilinden böyle bir şey beklemem. Ama “amaç araçları meşru kılar” diyerek yanlış şeyler yapanlar, “kurunun yanında yaş”ı da yakanlar olmuşsa, bu da mutlaka ortaya çıkarılmalıdır.
Eminim Gülen hareketindeki dostlarım da bu yargıya katılacaktır. Çünkü onlar da bilir ki;
“Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, yine de o gemi hiç bir kanun-u adaletle batırılmaz.”
Geminin adı “Ergenekon” olsa bile...