PKK'ya Karşı Ne Yapmalı?
[28 Haziran 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
PKK'nın iyice azgınlaşan terör kampanyası karşısında devlet ne yapmalı? Bugün, Türkiye'nin önündeki en büyük soru bu.
Soruya doğru bir cevap bulabilmek için de önce hamasetten uzak ve gerçekçiliğe yakın düşünmek lazım. Böyle düşünmeye çalışarak bir şeyler önerenleri de “vatana ihanet”le suçlamaktan vazgeçmek lazım.
Unutmayalım ki bundan 10-15 sene önce Kürtçe'nin serbestçe konuşulmasını savunanlara “vatan haini” deniyordu. O zaman “o kafa”da olanlar, bugün sadece şartların zorlamasıyla biraz “geriye çekilmiş” durumdalar. “Vatana ihanet çığırtkanlığı” siperlerini sadece biraz daha geride kuruyorlar.
Ben buna aldırmayarak “acı ama gerçek” olan bazı şeyleri söyleyeceğim.
İlk söylenmesi gereken, PKK'nın ne askeri ne de polisiye yöntemlerle yok edilmesinin mümkün olmadığıdır. Bunun temel sebebi de, PKK'nın etkili “iç ve dış mihraklar”dan destek görmesi değildir. Onbinlerce ateşli taraftarı ve bir kaç milyon da sempatizanı bulunmasıdır.
Böyle kitlesel örgütlerin “kökünü kazımak” imkansızdır. Bakın, koskoca Britanya, onlarca yıl savaştığı IRA'yı yenememiştir. Dikkat edin, dünyanın sayılı askeri, siyasi ve istihbari güçlerinden biri olan Britanya'dan bahsediyoruz. “Amerika'dan anlık istihbarat” edinmekte hiç sıkıntı çekmeyen, “dağlık arazi nedeniyle korunamayan sınırlar” sorunu bulunmayan, büyük güçlerin “böl-parçala-yönet” senaryolarının hedefi olmayan bir ülkeden...
Tüm bu avantajlarına rağmen IRA'yı yenemeyen ve Kuzey İrlanda'daki kanı durduramayan İngiliz Hükümeti, sonunda IRA'nın siyasi kanadı olan Sinn Fein'i “muhatap almak” zorunda kalmıştır. Terör de ancak bu “muhataplık” sonucunda varılan “uzlaşı” sayesinde durmuştur. IRA, kendi karar verdiği için bitirmiştir şiddeti.
Bugün de PKK terörü ancak PKK isterse biter. Ne Devlet Bahçeli'nin Olağanüstü Hal'i, ne yeni KCK operasyonları, ne de bizim oturup PKK'nın “aslında Ergenekon ve İsrail'in taşeronu olduğu”na dair analizlerimiz, bu gerçeği değiştirebilir.
Dolayısıyla çare tektir: Devlet, PKK'nın siyasi kanadını muhatap almalı ve bu yolla örgütü şiddeti durdurmaya ikna etmelidir.
Bunu, PKK'dan günahı kadar hoşlanmayan, aksine bu örgütün totaliter ideolojisinden de gaddar yöntemlerinden de nefret eden birisi olarak söylüyorum. Yani “Kahrolsun PKK” duygusunu ben de paylaşıyorum. Ama görüyorum ki ne yaparsak yapalım PKK kahrolmuyor.
Dahası, verdiğimiz her şehit, kaybedilen her can, Türkiye'yi bu uğursuz yolun sonundaki en büyük felakete, yani “iç savaş”a doğru biraz daha itiyor.
Yapılması gereken, “Habur olayı”nda ilk adımını attığımız, ama hem Kürt tarafının taşkınlığı hem de Türk tarafının hazımsızlığı nedeniyle duvara toslayan “silah bıraktırma” ve “siyasi çözüm” yolunu yeniden açmaktır.
Bir 40 bin can daha kaybetmek istemeyen, dahası en çetin sorunlarda bile tüm dünyaya “diplomasiye inanç” telkin eden hükümetin önünde başka çıkar yol yoktur.
Son olarak şunu da görmek gerek: Açılım başladığından beri, ben dahil bu sürece destek çıkan pek çok yorumcunun belirttiği bir sorun var. PKK, hükümete “eğer ben nemalanmazsam bu sorunu size çözdürmem” diyor. Zaten bu yüzden sabote ediyor süreci.
Keşke böyle olmasaydı. Keşke PKK'nın hapisteki lideri ve onun dağdaki adamları, “yeter ki halkımızın hak ve özgürlükleri genişlesin, kendimiz için bir şey istemiyoruz” diyen idealistler olsalardı.
Ama durum böyle değil. Aksine, karşımızda megaloman bir lider ve ona “irademdir” diyen fanatik bir kitle var.
Madem “realite” bu, o zaman ona göre davranmak lazım.