Atatürkçü Düşünce Sistemi
[3 Şubat 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Meşhur darbe planı “Balyoz”u kurgulayanların amacı, memleketi “1923 zindeliğine” döndürmekmiş. Bunu da tabii laf olsun diye istemiş değiller. Maksat, “Ulu Önder”, “Başöğretmen” ve “En Büyük Türk” olan Atatürk'ün devrine dönebilmek.
Bu radikal projenin altında kuşkusuz siyasi bir ideoloji yatıyor. Buna da çoğunlukla “Kemalizm” diyoruz. Kemalistlerin kendileri ise son dönemde yeni bir kavram ürettiler ve “Atatürkçü düşünce sistemi” dediler ideolojilerine.
Yine de ben bugüne dek bu “düşünce sistemi”nin nasıl bir şey olduğuna dair çok tatminkar bir izah duymadım. O yüzden “bu nasıl bir şey yahu” diye arada bir düşünüp duruyordum. Geçen hafta sonu ise birden bir iham geldi bana ve gözüm açıldı. Çözüverdim “Atatürkçü düşünce sistemi”nin nasıl işlediğini. İzin verirseniz size de anlatayım.
Önce, düşünce sisteminin merkezinde yatan şu kritik ilkeyi anlamanız gerek: “Atatürk ölümsüz.” Bunu iyice kavramanız lazım ki, gerisi gelebilsin.
Bu “ölümsüzlüğün” ise üç ayrı boyutu var. Birincisi, metafiziğe kaçan bir “kişisel ölümsüzlük” boyutu. Aslında Atatürk'ün Kasım 1938'de hayata gözlerini yumduğunu hepimiz biliyoruz, ama yine de çocukluğumuzdan beri şarkılar söyleyerek ısrar ediyoruz, “Atatüüürk, ölmediiii” diye. Bu yüzden de, o sanki hep bizleri duyuyor ve görüyor gibi davranıyoruz. Mesela dikkat ederseniz Anıtkabir'i ziyaret edenler, onun hakkında konuşmak yerine doğrudan ona hitap ediyorlar. Yani “memlekete büyük hizmetleri oldu, nur içinde yatsın” gibi şeyler değil, “Atam izindeyiz, eserinin bekçisiyiz” diyorlar.
Bir kaç ay önce adı Ergenekon işlerine karışan bir yüksek yargıcı televizyonda gördüm. “Anıtkabir'e gidiyorum, Atam'a şikayette bulunacağım” diyordu. İşte, olay bu.
Ama Atatürk'ün bu “kişisel ölümsüzlüğü”, dediğim gibi, işin sadece ilk boyutu. Asıl numara, ikinci ve üçüncü boyutlarda.
İkinci boyut şu: “Ölümsüz Atatürk”ün kendi devrinde uyguladığı “siyasetler” de ölümsüz. Mesela 1930'lu yıllarda duruma göre “devletçilik” mi yaptı. Alacaksınız bunu, “ödün verilemez ilke” diye ilelebet payidar kılacaksınız. Pozitivist laiklik, asimilasyonist milliyetçilik filan, hakeza.
Üçüncü ve en müthiş boyut ise şu: Atatürk'ün devrindeki siyasi şartlar ve aktörler de ölümsüz! Sevr Anlaşması, Amerikan mandacıları, İngiliz muhipleri, mütareke basını, Hilafet Ordusu, Damat Ferit hükümeti, “zararlı dernekler” filan, bunların hepsi bugün de var! Biraz isim ve kılık değiştirmiş olsalar bile, hala ortadalar. Niyetleri de aynı.
İşte bu üç boyutlu “ölümsüzlüğü” özümsediğinizde, “Atatürkçü düşünce sistemi”yle harıl harıl çalışmaya hazır bir zihne kavuşuyorsunuz. Yapmanız gereken sadece iki şey var. Önce Atatürk dönemini iyi öğreneceksiniz. (Ama tabii ki “Atatürkçü” kaynaklardan.) Ondan sonra da, siyasi gündemi biraz izleyip, günümüzde Sevr tuzağını kimlerin kurduğunu, kimin “zararlı dernek”, kimin “mütareke basını” olduğunu teşhis edeceksiniz.
Mesele bundan ibaret.
İşin en güzel yanı şu: Bu pratik “düşünce sistemi”ni kavrayınca, epey bir yükten kurtuluyorsunuz. Oturup dünyanın hakikaten nasıl işlediğine dair bir sürü lüzumsuz bilgi ile kafanızı doldurmanıza gerek yok.
Aslında belki bu sebeple bazıları bunu “düşünce sistemi” değil de “düşünmeme sistemi” sayıp sizi eleştirebilir.
Ama siz bileceksiniz ki böyle “dahili bedhahlar”, olsa olsa, Amerikan mandacıları, İngiliz muhipleri ve mütareke basınıdır.
Böylece tam bir “kapalı devre” kurmuş olacaksınız zihninizde.
Sonra da huşû içinde oturup memleketi kurtarmaya çalışacaksınız; darbelerle, andıçlarla, balyozlarla...