‘Tek Parti Rejimine Gidiyoruz' Zırvası
[11 Ocak 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hatırlarsınız, bir ara hep birlikte “İran” oluyorduk. Sonra bir süre Malezya'yla oyalandık, ama onu da çabuk tükettik. Bu esnada “bölünmeye”, “satılmaya” ve “küresel sermayeye peşkeş çekilmeye” ise hep devam ettik.
Son günlerde ise yeni bir şey oluyoruz.
Daha doğrusu, yarı-totaliter rejimimizin gönüllü bekçileri, yeni bir korkuluk çıkardılar önümüze. Neymiş efendim, ülke hızla bir “tek parti rejimine” sürükleniyormuş. Tayyip Erdoğan “tek adam düzeni” kuracakmış.
İyi de AK Parti'nin ve Erdoğan'ın yaptığı ne ki?
Yaptıkları temelde şu: 2002'den bu yana girdikleri “çok partili serbest seçimleri” istikrarlı olarak kazanıyorlar. Elde ettikleri meşru siyasi gücü de, partilerinin program ve ideolojisine göre kullanıyorlar. Her meselede “Devlet”le ve onun siyasi kolu olan CHP'yle “uzlaşmak” yerine, çoğu kez bildikleri gibi yapıyorlar.
Peki “tek parti rejimi” böyle mi olur?
Hayır. Öyle olmaz, böyle olur:
- Önce sizinkinden başka tüm siyasi partileri kapatır, liderlerini de emriniz altındaki “İstiklal Mahkemeleri”nde yargılatıp tasfiye edersiniz.
- Siyasi partileri kapatmak yetmez, sivil toplumu da yok edersiniz. Tüm fikri derneklerin kapısına kilit vurur, size diklenen bazı muhalifleri de öldürtür veya hapse attırırsınız.
- Böylece sizin partiniz memleketteki tek siyasi organizasyon, onun ideolojisi de savunulabilir yegane fikir olur. Partiniz ile “devlet” özdeş hale gelir. Meclis de, tüm koltuklarını sizin tayin ettiğiniz bir “parti grubu”ndan ibaret olur.
Vesayete omuz vermek
Bugün Türkiye'de olan şey ise, yeni bir “tek parti rejimi” kurulması değil, üstte saydığım işleri yaparak 1930'larda kurulmuş olan gerçek Tek Parti Rejimi'nin kalıntılarının çözülmesi.
Bu çözülmeyi sadece AK Parti'nin yahut Gülen Cemaati gibi toplumsal aktörlerin marifeti saymak ise, Kemalist zihinlerin “sosyoloji yoksunluğu”nun bir sonucu. Çözülmenin asıl sebebinin, şehirleşme, dışa açılma, ve iktisadi gelişme gibi dinamikler sayesinde toplumda ortaya çıkan çoğullaşma olduğunu anlamıyorlar. Bu gelinen noktada artık hiç kimsenin yeni bir otoriter rejim kuramayacağını da göremiyorlar.
Ha, AK Parti'nin içinde de otoriter zihniyet, eleştiriye karşı tahammülsüzlük veya Türk siyasetinin klasik sorunu olan “parti içi demokrasi yoksunluğu” yok mu? Elbette var. Herkesin de sabahtan akşama kadar bunları eleştirmeye hakkı var. Ama bunlardan yola çıkarak “tek parti rejimi” yaygaraları koparmak ve böylece gerçek Tek Parti Rejimi'nin “vesayet” yoluyla sürmesine omuz vermek, iş değil.
Bu “iş”e soyunanların önemli bir kısmının söz konusu “vesayet”in “aparatçik”leri veya “imtiyazlı ortak”ları olduğu ortada. Ancak son dönemde koroya yeni bir iki sima daha katıldı. Bunlardan biri o kadar tuttu ki, popüler bir yorumcunun “önümüzdeki dönemde yükselecek yazarlar” listesinin tepesine “vicdan” kontenjanından oturuverdi. Ben ise daha ziyade müzmin bir “merkez sağ düşmanlığı” ve “iktisadi liberalizm nefreti” seziyorum, son tahlilde bir “komünist” olan sayın yazarın tutumunun altında.
Elbette tüm bu farklı ideolojilerin, Kemalizm dahil, demokrasi içinde var olma ve yarışma hakkı var. Kemalistlerin temel sorunu ise, 85 yıldır, yarışmak yerine tahakküm etmeyi seçmeleri. Arkalarında subaylar, yargıçlar ve “kozmik oda”lar olmadan eşit şartlar altında siyasi rekabet yürütmeye hiç alışık değiller.
Zaten o yüzden “siyaset” yerine sürekli “korku” üretiyorlar ya...