İslam Ve Liberalizm: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
[Söyleşinin orjinali, Özgün Duruş gazetesinde yayınlandı]
- Özgürlüğü nasıl tanımlıyorsunuz? Liberaller ile İslamcıların özgürlük yorumları arasında ne tür farklar var?
Özgürlük, benim anlayışıma göre, bireylerin (yahut Allah'ın kullarının, nasıl ifade ederseniz) başta siyasi otorite olmak üzere, hiç bir dış güç tarafından zorlanmadan, hayatlarını kendi rıza, istek ve vicdani kanaatlerine göre tanzim edebilme hakkıdır. Bir Müslüman bu hakkı İslam'ın gösterdiği hedefler doğrultusunda kullanırken, seküler bir insan da seküler hedefler doğrultusunda kullanır. Bir Müslüman'ın bu ikinci durumu tasvip etmese de, onun var olma hakkını kabul etmesi, bence İslami açıdan da doğru ve hatta gereklidir, çünkü "dinde zorlama yoktur" ve "sizin dininiz size, benim dinim bana"dır. Bu sebeple, liberal siyasi gelenek ile İslami düşüncedeki özgürlük tanımlarının çelişik olmadığını, en azından olmayabileceğini düşünüyorum.
- “Liberal özgürlük anlayışı genel ve barışçı, İslamcıların özgürlük anlayışı sekteryen ve savaşçıdır” ifadesine katılır mısınız?
"Sekter ve savaşçı" İslamcılar olduğu gibi, öyle olmayan İslamcılar da vardır. Liberal düşünce de kendi içinde farklı tonlar barındırır. Genellemelere gitmek bence bizi sadece yanıltır.
- 28 Şubat döneminde dindar Müslümanlar, hukuk mücadelesini liberal özgürlük anlayışına dayanarak mı vermişlerdir? Eğer öyleyse niçin?
Müslümanlar, hukuk mücadelesini büyük ölçüde liberal özgürlük anlayışına dayanarak vermişlerdir. Çünkü başörtüsü hürriyeti, "din özgürlüğü" yahut "bireysel özgürlük" gibi başlıklar altında savunulmuştur, "Allah'ın emri budur, bu farzı yerine getiriyoruz" diye değil. Bu "seküler dil" ise normal ve bence İslami açıdan da meşrudur, çünkü içinde yaşadığımız hukuk sisteminin "Allah`ın emirleri, farzlar, sünnetler" gibi nosyonları yoktur. Buna karşın, her ne kadar Türkiye`deki resmi hukuk kurumları pek kulak asmasalar da "hak ve özgürlükler" diye bir nosyonu vardır. Kaldı ki, "Allah`ın emri"nin ne olduğunu tartışmaya başladığınızda da farklı içtihatlar ortaya çıkar ki bunların her birine hayat hakkı tanımak için yine özgürlük anlayışına ihtiyacınız vardır.
Kısacası ben liberalizmi, tüm insanlara ve bu arada tabii ki Müslümanlara diledikleri gibi yaşama hakkı veren, devleti buna göre terbiye etmek isteyen olumlu bir ideoloji olarak görüyorum. Doğrudan İslam`ın kendi geleneğinden çıkıp gelmese de (aynen demokrasi gibi) modern devrin Müslümanları için "makbul" olması gerektiği kanısındayım.
- Farklı din, mezhep, etnik yapı ve yaşam tarzına sahip olunan Türkiye'de barış, huzur, özgürlük ve refahı İslamcı özgürlük anlayışı mı yoksa liberal özgürlük anlayışı mı sağlayabilir?
Türkiye`deki renkliliği barış içinde bir arada yaşatabilmenin formülü çoğulculuktur ki, bunun hem İslami geleneğe hem de liberal düşünceye uygun düştüğünü söyleyebiliriz.
- Batı'nın zenginliğinin kaynağı, “özgürlük temelinde çalışma” mı yoksa “köleleştirmeyle yapılan sömürü” mü?
Sömürünün belirli bir payı olduğuna kuşku yok. Ama "Batı başarısı"nın kanımca asıl sırrı, bilimsel ve teknolojik gelişme, bunun da altında yatan araştırma, yeni şeyler keşfetme, bunun için sistemli olarak çalışma düşüncesidir. Bunun da liberalizmin savunduğu bireysellikle yakından ilgisi vardır. Batı ülkelerinden bile daha sömürgeci olan Sovyet Rusya`nın batışı ise, bu bireysellikten yoksun olmasıyla, bireyi devlet ideolojisi ile hapsetmesiyle yakından ilgilidir. (Bireyselliğin bizde sıkça anlaşıldığı gibi "bencillik" olmadığını burada hemen belirteyim.)
Köleliğe gelince... Evet, bu konuda Batı medeniyetinin sicili karanlıktır, ama diğerlerinin de ne kadar aydınlıktır, tartışılır. Modern zamanlara dek dünyadaki hemen her medeniyette kölelik vardı ve bu normal, tabii bir durum sayılıyordu. İslam medeniyeti de kölelere insanca davranma vurgusu yapmasına rağmen, köleliği bir kurum olarak kaldırmamıştır. Osmanlı`da köle ticaretinin yasaklanması, ancak 19. yüzyıl ortasında ve İngiltere baskısıyla mümkün olabildi. "Köleci Batı" hakkında atıp-tutanlar, işin bu yanını pek görmüyorlar nedense.
- Liberalizmin küresel hâkimiyetine karşın sosyal adaletsizlikler, açlık, çevre felaketleri, savaşlar gibi sorunların ileri düzeyde devam etmesi bir çelişki mi yoksa doğal ve normal mi?
"Liberalizmin küresel hâkimiyeti" altında yaşadığımızı düşünmüyorum. Sadece dünyadaki etkin devletlerin (ABD ve AB ülkeleri) siyasal sistemleri liberal yahut liberal olmaya yatkın. Ancak bu, söz konusu ülkelerin "ulusal menfaatleri" olduğu ve bunlara göre kimi zaman mütecaviz politikalar izlediği gerçeğini değiştirmiyor. Burada liberalizmin bir "dış politika doktrini" değil, bir siyasi ideoloji olduğunun da sanırım altını çizmek lazım. Bu, Türkiye`de çok karıştırılıyor. "Amerika'da din özgürlüğü"nden örnek verince, "Irak`ı işgal eden Amerika mı, lanet olsun!" cevabını alabiliyorsunuz. Oysa Irak`ın işgalinin liberalizmle bir ilgisi yok, Sovyetler`in Afganistan`ı işgal etmesinin sosyalizmle bir ilgisinin olmadığı gibi. (Bu arada, ABD`deki pek çok "serbest piyasacı" klasik liberal çevrenin Irak işgaline ve genel olarak militarist dış politikaya karşı çıktığını da belirteyim.)
Öte yandan çevre felaketleri, açlık, fakirlik gibi sorunların da liberalizmle doğrudan ilgisi yok. Çevre sorunlarına yol açan şey "sanayi"dir. Sanayi, sosyalist veya faşist ülkelerde de çevreyi kirletir. Açlığın ve fakirliğin liberal ekonomi yüzünden değil, bilakis ona dâhil olamayış yüzünden yaygın olduğunu öne sürmek mümkündür. Kapılarını "küresel sermaye"ye sonuna kadar açan Güney Kore mi daha iyi durumda, yoksa kendisini bu "sömürü düzeni"nden koruyan Kuzey Kore mi, karşılaştırın.
"Sosyal adaletten" kasıt, "devlet eliyle maddi eşitlik yaratılması" ise, bu elbette liberalizmle çelişkilidir. Ama zaten kanımca İslamiyet`le de çelişir. İslam geleneğinde toplumdaki ihtiyaç sahiplerine yardım, temel olarak "vakıf"lar, yani sivil toplum tarafından yürütülmüştür. Cumhuriyet döneminde tüm bu vakıfların devlet tarafından gasp edilmesi, ne yazık ki bu geleneği bize unutturdu, pek çok İslamcımız da "sosyal adalet" peşinde sosyalist oldu.