‘Kâbe Arabın Olsun, Kürtlere İmralı Yeter'
[9 Aralık 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Şu günlerde “açılım”ın biraz yokuşa sardığı ortada. PKK yandaşlarının sokak eylemleri zaten ortalığı germişti. Yedi genç askerimizin öldürülmesiyle sonuçlanan saldırı, işi iyice çığırından çıkardı.
Peki sebep ne? PKK ve onun siyasi kanadı olan DTP, niçin açılımı “kapatmaya” karar verdi?
Evet, niçin? Türkiye yeni bir asimilasyon politikası mı başlattı? Kürt kimliğine yeni yasaklar mı getirdi? “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası geri mi döndü? Güneydoğuda köyler mi yakılıyor? Özel timler yeniden “faili meçhul” avına mı girişti?
Hayır. Alâkası yok. Aksine, Türkiye, Kürtler için daha önce hiç olmadığı kadar özgür ve güvenli bir ülke. Türkiye'nin hükümeti, Kürt meselesinde daha önce hiç bir hükümetin olamadığı kadar ezber bozucu ve reformist. Başbakan ve kabinesi, Kemalist muhalefetten (CHP, MHP ve İşçi Partisi'nden) gelen tüm hakaret ve iftiralara rağmen elinden geleni yaptı, yapmaya da çalışıyor. Dahası, başta Kürtler olmak üzere “öteki Türkiye”yi on yıllar boyunca ezen “derin devlet”in adamları, ilk defa yargı önünde.
Yani, Kürtler açısından durum aslında hiç fena değil.
Peki sorun ne?
Sorun şu: Kürtlere hak, özgürlük ve refah getirebilecek olan “açılım”, İmralı'da hapis yatan adama hiç bir şey sağlamıyor.
Adamın tek derdi var: Kendi siyasi ikbali. Hücresinden çıkıp serbest kalacağı, omuzlar üstünde taşınacağı günü bekliyor. Hatta tüm dünyanın kendisine, “yahu, sen Mandela gibi adammışsın, kıymetini bilemedik” demesini gözlüyor.
Eğer açılım buna yarayacaksa, iyi, güzel. Ama buna yaramayacaksa, o zaman faydalı değil, bilakis çok zararlı bir süreç. Çünkü Kürtler açılım sayesinde özgürleşecek, rahatlayacak ve belki de yumuşayacaklar. İmralı sakini ise hücresinde ömür tüketmeyi sürdürecek. Eee, o zaman bu işten ne anladı?
İşte problemin özü bu. Daha doğrusu, Abdullah Öcalan açısından mesele bu.
Bundan çok daha derin olan mesele ise, Öcalan'ın şahsi probleminin yüz binlerce koyu PKK taraftarının da problemi olması.
Bu kitle, Öcalan'ı öyle bir putlaştırmış durumda ki, İmralı'dan “odam daraldı, nefesim sıkıştı” diye bir laf gelmesi bile, onları çileden çıkarmaya yetiyor. Sağı-solu ateşe veriyor, Serap Eser gibi masumları cayır cayır yakmaktan çekinmiyorlar. Değil bir kişi, binlerce kişi ölsün, önemi yok. Varsa yoksa “önderlik”.
Baksanıza, adamlar ikide bir “Öcalan irademizdir” diyorlar. Bu, “Öcalan bizim irademizi temsil ediyor” demek değil. Öyle olsa, Öcalan yerine bir başkası da temsil edebilirdi o iradeyi. Lafın asıl manası şu: “Öcalan ne derse, bizim irademiz odur. Biz onun kullarıyız.”
Öcalan da arada bir yokluyor ve ufak-tefek provokasyonlarla “zinde” tutuyor kullarını.
Kürtler bu “lider fetişizmi”nden kurtulmadıktan sonra “demokratik açılım” pek bir yere varmaz, çünkü putlaştırılmış liderlerin olduğu yerde demokrasi olmaz.
Fakat ne yazık ki bu “lider fetişizmi” de bir kitlenin kanına bir kere girdi mi, kolay kolay çıkmaz.
“Açılım”ın ve nihayetinde “çözüm”ün önündeki bu büyük engeli nasıl aşacağız?
Önümüzdeki zorlu dönemin en zorlu sorusu bu.