Laikçiler ‘İslami Kapitalizm'den Niçin Nefret Eder?
[2 Aralık 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Son dönemde yeni bir moda çıktı. İslam'ın İ'sine dahi sempati duymayan koyu “laikçi” tipler, “eski fakir Müslümanlar iyiydi, nerden çıktı bu zengin dinciler” diye söyleniyor. “Seçkin restoranlar”da yemek yiyen, “beş yıldızlı otel”lerde kalan, pahalı arabalara binen dindarları kıyasıya eleştiriyor, onları “kapitalistleşmekle”le suçluyorlar.
Bazıları açıkça ateist olan, kimileri cuntacılar tarafından “araştırma danışmanı” olarak düşünülen bu yorumcuların derdini iyi anlamak lazım. Öyle ya, “aman Müslümanlar takvadan, zühdden ayrılmasınlar da, ahirette mahcup olmasınlar” diye düşünüyor olamazlar. Bir din olarak İslam'ın “ılımlı”laşıp “mücahit” yerine “müteahhit” üretmesinden korkmaları da beklenemez.
Peki dertleri nedir o zaman? Niye “İslami kapitalizm”den nefret ediyorlar?
Türkiye'nin büyük fotoğrafına bakarak bir tahminde bulunmak hiç zor değil. Dindarların zenginleşmesinin doğal sonucu, toplumsal hayatta rollerinin artması. Bu ise, kendilerini ülkenin sahibi ve “kaymak tabakası” olarak görmeye alışmış olan “laik yaşam biçimli” vatandaşları çok rahatsız ediyor. Bu yüzden de, camiden çıkar çıkmaz fakir mahallerindeki mütevazi evlerine giden o eski “gariban” Müslümanları özlüyorlar.
Bir hatırlayalım, nasıldı o eski devrin Müslümanlarının vaziyeti. Hemen hepsi ya köylü, ya esnaf, sonuçta bir şekilde “kenar”da idi. Dolayısıyla içlerinden “medya patronları” veya “sivil toplum destekçileri” çıkmaz, seslerini duyuramazlardı. Sesleri bir tek oy sandıklarında çıkıyordu. Bu yolla iktidara getirdikleri merhum Adnan Menderes bir grup üniformalı katil tarafından idam edilince de, ancak “ya sabır” çekebilmişlerdi.
O eski Müslümanların hiç biri “burjuva” değildi ki, çocuklarını Amerikalara Avrupalara göndersin, Harvardlarda Oxfordlarda okutsun. Oralara hep Beyaz Türkler giderdi. Onlar da Türkiye'nin hikayesini dünyaya bildikleri gibi anlatırdı. “Beş yıldızlı otel”lerde bir tek onlar aşık atar, oralarda Batılı diplomatları, aydınları kurarlardı. “Bizi demokrasi filan diye zorlamayın şekerim, bu cahil halka sopa lazım, pardon, şurdan havyarı uzatıverir misin” derlerdi.
Türkiye'nin değişen düzeni
Şimdiki problem, bu 80 yıllık hiyerarşinin çözülmesidir. Dindar Müslümanların “kapitalistleşmesi”, yani serbest piyasa ekonomisine entegre bir girişimci ve profesyonel “üst-orta sınıf” haline gelmesi, “Türkiye'nin düzeni”ni bozmaktadır. Az şey değildir bu.
Ha, bu süreçte bazı cıvıklık ve dejenerasyon örnekleri ortaya çıkmıyor mu? Çıkıyor. Bazı “sonradan görme” tabloları oluşmuyor mu? Oluşuyor. O da mütedeyyin kesimin “imtihanı” işte.
Kaldı ki “sonradan görme”lik, en kötü ihtimal, “göre göre” geçer. Pahalı “jip”lerden heveslerini alanlar, biraz da akılları varsa, en iyi taşıtın “Metrobüs” olduğunu anlarlar.
Müslüman aydınların buradaki ince noktayı görmesi lazım. Bazıları, kendilerini 70'lerden bu yana etkileyen “solcu” ezberlerin de etkisiyle, dindarların zenginleşmesine karşı çıkıyor, böylece farkında olmadan Türkiye'nin eski düzenini savunur hale geliyorlar. Yahut, yine 70'lerden bu yana süren ezberlerin etkisiyle, “İslam sosyalizmi” gibi işlemeyecek ütopyalar kuruyorlar.
Oysa gereken, ne Müslümanları fakir tutmaya çalışmak, ne de hayali sistemler peşinde çıkmaz sokaklara sürüklemek.
Gereken, modern çağın “orta sınıf” Müslümanının ahlâk ve kültürünü inşa etmek.
Bu, başarılabilirse, “Türkiye'nin düzeni”ni daha da demokratikleştirmekle kalmayacak. Aynı zamanda tüm Müslüman dünyaya örnek teşkil edecek.