Atatürk Kürt Meselesinde Yanıldı
[11 Kasım 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Diyarbakır'da yayınlanan “Diyarbekir” isimli gazetenin 6 Eylül 1932 tarihli sayısında, Atatürk'ten şu alıntı yapılıyordu:
"Diyaribekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır."
Atatürk bu sözü bir Diyarbakırlı gazeteciye söylemişti. Bahsettiği “ırk”ın “Oğuz Türkü” olduğunu da vurgulamıştı. Gazeteci, Atatürk'ten duyduklarını özetleyerek şöyle yazıyordu:
"Ben Türk elinin kahraman bir bucağındanım, yazık ki oraya Bekir Diyarı diyorlar. Fakat biz diyarımızın ne olduğunu biliriz. Bizim diyarımız Oğuz Türk'ün has konağıdır, biz de bu yüce konağın çocuklarıyız... Türk eli büyüktür ve yer yüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk'tür. Ve her yanı aydınlatan Türk'ün yüzüdür... Dirliğin ne olduğunu anlatan da TÜRK'tür, çalışalım."
İşte bu, Kemalist Cumhuriyet'in yetiştirmek istediği “yükselen yeni nesil” idi. Herkes böyle Türklük coşkusuyla dolup taşacak, birlik ve beraberlik içinde aydınlıklara koşacaktı.
Gelgelelim, toplumun realitesi buna tam uymuyordu. Çünkü gerçekte ülke sınırları içindeki herkes “Türk” değildi. Bunu da, üstteki sözlerinden 12 sene evvel, Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerinde, yine Mustafa Kemal ifade etmişti,:
"Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değidir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye'dir (İslam unsurlarıdır)... Her biri... yekdiğerinin her türlü ırki, içtimai, coğrafi hukukuna daima riayetkârdırlar."
Yani Kurtuluş Savaşı'nı vermek için toplanan Meclis, sadece Türkler'den değil, aralarında Kürtler'in de olduğu “Müslümanlar”dan oluşuyordu. Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyeti kurana dek bunu hep vurguladı.
Ama sonra “söylem” aniden değişti. Atatürk, daha üç yıl önce “İslam unsurları” dedikleri insanlara birden bire “Türk” demeye başladı. İslam'ın bazı önemli kurum ve sembollerini de ortadan kaldırıverdi.
“Kürt sorunu”nun patlama noktası işte buradadır. Şeyh Said İsyanı'nı doğuran ana faktör budur. Atatürk'ün ölümüne dek doğuda isyansız tek bir yıl bile geçmeyişinin sebebi de bu “kırılma”dır.
Atatürk kuşkusuz bunu iyi niyetlerle yapmıştı. “İleri gitmenin” tek yolunun, Kemalistlerin hep övünerek dediği gibi, “ümmetten ulus yaratmak” olduğuna inanmıştı. Dahası, devrin pozitivist felsefesi ve totaliter ideolojilerinin etkisiyle, bu dönüşümün devlet eliyle zorla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bunu hem haklı, hem de başarılabilir bir proje olarak görüyordu.
Aradan 80 yıl geçti. “Türkleştirme” projesinin en azından başarılabilir olmadığı, artık açıkça ortada. Bunun, aynen Güneş Dil Teorisi gibi, doğruları da çok olan Atatürk'ün yanlışlarından biri olduğunu artık anlamamız gerekiyor. Rahmetli, o teorinin yanlışlığını hayatta iken görmüş, onun için bu skandalı ta o zaman rafa kaldırmıştı. Bazı yanlışlarını da bizim 80 yıllık bir deneme-ve-fena-halde-yanılma sürecinden sonra bugün görüp terk etmemizden daha “akılcı” bir şey olamaz.
“Nasıl olur da Kürt açılımı 10 Kasım'da Meclis'e gelir” diye sağlı-sollu köpüren, böyle yapmakla da Kemalizm'in Kürtlerle bir sorunu olduğunu açıkça sergileyen “Kemalist muhalefet”e, yani MHP ve CHP'ye, saygıyla duyrulur...