Ortadoğu'da ‘Yeni Türkiye' Rüzgarı
[16 Kasım 2006 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
OXFORD - Ak Parti'nin Ortadoğu'daki “pro-aktif” dış politikası, bu bölgenin siyasi ve entelektüel elitleri tarafından nasıl algılanıyor?
Eski kabuklarından sıyrılan “Yeni Türkiye”nin Müslüman dünya açılımı, bu dünyaya yakın Batılı uzmanlarca nasıl yorumlanıyor?
Bu sorulara ışık tutacak bazı görüşleri, geçtiğimiz hafta sonu, Oxford Üniversitesi bünyesindeki “İslam Çalışmaları Merkezi”nce düzenlenen üç günlük bir kapalı konferansta dinledim. “Amerika ve İslam Dünyası” başlıklı toplantının katılımcıları oldukça yüksek profilli isimlerdi. En az bir düzine Müslüman ülkeden dışişleri bakan yardımcısı veya danışmanı düzeyinde diplomat gelmişti. Buna ilaveten İngiliz ve Amerikalı diplomatlar, ABD'nin önde gelen üniversitelerinde ders veren akademisyenler, Newsweek, BBC, The Guardian gibi önemli medya kuruluşlarında yorum yapan gazeteciler vardı.
İsrail lobisinin dayanılmaz ağırlığı
Toplantının ana konusu ABD'nin dış politikası ve özellikle de İsrail'e veregeldiği tek taraflı destekti. Bush yönetiminin “tam bir felaket” olduğunda birleşen katılımcılar arasında, Obama konusunda nüanslar vardı. Çoğu kişi Obama'nın Filistin meselesini “anladığını”, yani İsrail'in sınır tanımaz işgalciliğini dizginleme gereğini gördüğünü düşünse de, bunu başarıp başaramayacağı sorusuna farklı cevaplar geldi. Bazılarına göre Obama ekonomi ve sağlık reformu gibi iç meselelere saplandığı için şimdilik “cepheyi genişletmiyor” ve “yerleşim birimleri” yoluyla Filistin topraklarını gasp etmeye devam eden Netanyahu yönetimine sert çıkmıyordu. Ama durum değişebilirdi.
Meseleye karamsar bakanlardan biri Harvard'lı profesör Stephen Walt idi. Walt, ünlü ve önemli bir isim. Bundan üç yıl önce meslektaşı John Mearsheimer ile birlikte yazdığı “İsrail lobisi” konulu eleştirel bir makale ile ABD'de epey ses getirmişti. (Makale daha sonra genişletilerek kitaba da çevrildi.) Aslında gelen “ses”in çoğu da bu iki akademisyeni “İsrail düşmanı” ve hatta “anti-Semit” diye suçlayan İsrail lobisinden çıkmıştı ki, bu da aslında tam da savundukları tezi doğruluyordu: Lobi, ABD'nin Ortadoğu politikasını Amerikalıların zararına olacak şekilde yönlendiriyor, gelen her türlü eleştiriyi de “Yahudi düşmanlığı” diye damgalayıp susturuyordu.
“Böyle bir yapı içinde Obama'nın tek başına fazla bir şansı yok,” dedi Walt kısaca. “Bush'tan farklı olacaktır elbette, ama bir yere kadar.”
Türkiye'nin yükselen profili
Gelelim Türkiye'ye... Üç günlük toplantı boyunca Türkiye hakkında sadece olumlu yorumlar duydum. Hatta oturumlardan birini yöneten Arap-Amerikan Enstitüsü başkanı James J. Zogby, sözü bana, “son yıllarda Ortadoğu'daki umut verici haberler bir tek Türkiye'den geliyor, biraz yakından dinleyelim” diyerek verdi. Ahmet Davutoğlu'nun “komşularla sıfır sorun” stratejisini, “ekonomik entegrasyon yoluyla barış” vizyonunu anlattım. Ak Parti hükümetinin hem yurtta hem de “cihanda”, eski militarist anlayışı terk ederek diyalog ve karşılıklı menfaate dayalı bir “soft power” anlayışı izlediğini anlattım.
Bazıları bunları zaten biliyor ve takdirle izliyordu. Dünyaca ünlü gazeteci İngiliz Patrick Seale, “Türkiye'nin Ortadoğu'daki yükselişi, barış için tarihi bir fısattır. Bölgede şu anda Türkiye'nin prestijine, siyasi-ekonomik gücüne ve iyi niyetine sahip başka hiç bir aktör yok” dedi. “Türk dış politikasını yöneten trio”dan, yani Gül, Erdoğan ve Davutoğlu'dan da övgüyle söz etti.
Kim kimin taşeronu?
Kahve arasında Seale'a, “siz böyle diyorsunuz ama” dedim, “Washington'da ‘Batı'dan kopuyor' diye Türkiye'yi kıyasıya eleştirenler de var.”
“Biliyorum” dedi. “İsrail lobisi var o kampanyanın arkasında. Sizin hükümet Ortadoğu'daki ihtilafları bir bir çözmeye çalışıyor, İsrail ise bu ihtilaflardan besleniyor, onun için. Tabii bir de Erdoğan'ın İsrail'e çıkışmasına kızgınlar.”
Seale haklı. Buna bir tek şunu eklemek lazım. Washington'daki “İsrail lobisi” ile epeydir elele giden bir de “Kemalist lobi” var. “İslamofobi” ekseninde birleşen bu iki güç, “dinci hükümetin Türkiye'yi karanlığa sürüklediği” tezini birlikte pazarlıyor.
Aynı Kemalistlerin Türkiye içine gelince bu sefer de Ak Parti'yi “Amerikan emperyalizminin taşeronu” diye yaftalaması ise, işin en “ahlaksız” yönü.
Bu durumda, benden size bir soru: Son dönemde aynı Kemalist jargonu sahiplenen MHP, bu şartlar altında, aslında kime “hizmet” etmiş oluyor, kimin “taşeronu” durumuna düşüyor dersiniz?
Ben MHP'li olsam, elimi vicdanıma koyar, bu soruyu epey bir düşünürüm.