Kürt Açılımı ‘Siyonistlerin Oyunu' Mu?
[7 Eylül 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen hafta araştırmacı yazar İsa Tatlıcan'ın “8 Sütun” haber sitesinde yayınlanan bir yorumu ilgimi çekti. Hükümetin Kürt açılımını olumlu değerlendirdiği anlaşılan Tatlıcan, “Milli Görüş Hareketi Kürt Açılımı'nda Numan Kurtulmuş'tan Farklı mı Düşünüyor?” başlıklı yazısında “Saadet Partisi'nin bir kesiminde” gördüğü tutuculuğu eleştiriyordu. Partinin yayın organı olan Milli Gazete'nin yazarları arasında açılımı “millî bağımsızlığımızı tehdit eden ABD ve AB kuşatması” olarak yorumlayanlar, “Kürt açılımı değil, emperyalist kumpas” diye başlık atanlar vardı. İşin başı da, elbette, Necmeddin Erbakan'ın “Kürt açılımı Siyonistlerin oyunu” şeklindeki sözleriydi. Bu söylemi tekrar etmeyen, aksine İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile yaptığı görüşmede yapıcı bir tavır takınan genel başkan Numan Kurtulmuş ise, Tatlıcan'a göre partisindeki bu eğilimden çok daha “ileri bir noktada” idi.
Numan Kurtulmuş'u bu açıdan ben de tebrik etmek isterim. Ancak partisinde yaygın olan tassubu biraz büyüteç altına almak lazım. Çünkü bu, sadece Milli Görüş'ün değil, son yüz yıl içinde ortaya çıkan pek çok İslami hareketin ufkunu daraltan kötü bir saplantı.
Problemin özünde, “dışarı”dan ve özellikle de Batı'dan gelen her türlü fikri peşinen reddetmek, dahası Müslümanları ifsad etmeye yönelik bir komplo olarak algılamak alışkanlığı yatıyor. Böyle düşünenlerin gözünde bir siyasi, felsefi ve hatta ekonomik kavramı itibardan düşürmek için onun “kökü dışarıda” olduğunu belirtmek yetiyor. “Böyle ithal şeylere ihtiyacımız yok” diye kestirip atıyorlar.
Yerli ve yabancı kaynaklar arasında “söylem benzerliği” bile, söz konusu zihniyetin sahipleri için alarm sinyallerini çalmaya yetiyor. Mesela “Kürt sorunun demokratikleşme çerçevesinde çözümü”nden söz ettiyseniz ve bu arada Washington'da yazılan bir raporda yahut Brüksel'de düzenlenen bir toplantıda aynı laf geçtiyse, kıyamet kopuyor.
Bu reddiyeciliği Müslümanlık adına gösterenler çok “İslami” bir iş yaptıklarını sanıyor, ama yanılıyorlar. İslam'ın temel kaynaklarında “yabancı kaynakları peşinen reddetme” diye bir ilke yoktur. Aksine ilk devirlerin Müslümanları, yayıldıkları coğrafyada karşılarına çıkan Bizans, Pers, Mısır, Hint, Yahudi veya Eski Yunan geleneklerini almış, yorumlamış ve bunlardan yararlanarak İslam düşüncesini zenginleştirmişlerdi. İslam medeniyeti bu açık fikirli ve “kozmopolitan” niteliği sayesinde Ortaçağ'da tüm dünyanın önüne geçti.
20. yüzyılda ortaya çıkan içe kapanmacı reddiyecilik ise, İslam'dan değil, Batı karşısındaki zaafiyetin yarattığı komplekslerden kaynaklanıyordu. Nitekim sadece Müslüman coğrafyada değil, başta Rusya olmak üzere daha bir çok ülkede gelişti. Türkiye'de ise, görüyorsunuz, İslam'la fazla bir alâkaları olmayan, hatta başını Doğu Perinçek gibi ateistlerin çektiği “ulusalcılar” tarafından pompalanıyor. Batı'dan çıkıp gelen her ne varsa peşinen reddetmeyi marifet sayan bu görüşün, Batı'dan çıkıp gelen her ne varsa peşinen kabullenmeyi marifet sayan (ve Milli Görüş'ün “taklitçi” diye eleştiregeldiği) zihniyetten aslında büyük bir farkı yok: Birisi nefret ötekisi aşkla da olsa, her ikisi de kendini Batı'ya göre ayarlıyor.
“Kürt açılımı”nı, AB ve ABD de aynı şeyi teşvik ediyor diye kötüleyen Milli Görüşçüler işte bu köhne yanılgının içindeler. Kendilerine sormak isterim, eğer yarın öbür gün bir gazeteci Barack Obama'ya (yahut, daha kötüsü, Şimon Peres'e!) “Türkiye'de bir askeri darbe ister misiniz” diye sorsa ve “ne münasebet, biz Türk demokrasisini destekliyoruz” cevabını alsa, ne yapacaklar. Bu “Siyonist plan”ı bozmak için ADD ve İşçi Partisi ile elele verip “ordu göreve!” diye yollara mı dökülecekler?