Türk Milliyetçiliği Irkçı Mıdır?
[25 Ağustos 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'deki yerleşik milliyetçilik anlayışını eleştiren yazılar yazdığımda bazı okurlar tarafından “meseleyi çarpıtmakla” suçlanıyorum. Gelen mesajlar, MHP ideolojisinin veya “Atatürk milliyetçiliğinin” ırkçı olmadığını, “ne mutlu Türk olana” demediğini, her vatandaşı etnik kimlik farkı gözetmeksizin “Türk” saydığını övünerek vurguluyor.
İyi ama zaten Türk milliyetçiliğindeki problem ırkçılık değil ki... Onun tam zıddı olan asimilasyonculuk.
Eğer Türkiye ırkçı bir ülke olsaydı, vatandaşlar arasında ırki köken ayrımı yapılır, bunlara göre farklı toplumsal kategoriler yaratılırdı. Nazi Almanyası bunun feci bir örneğiydi. 1936 yılında yayınlanan Nürnberg Kanunları “Alman ırkı”ndan olan vatandaşları diğerlerinden ayırıyor, Almanlara özel haklar verirken diğerlerine kısıtlamalar getiriyor, iki taraf arasındaki “karışık evlilikleri” de yasaklıyordu. Pek çok Yahudi, “biz Musevi inancına sahip Almanlarız” diye ısrar eder, yani asimile olmak isterken, Naziler “hayır, siz ayrı ve aşağı bir ırksınız” diye dayatıyordu.
Türkiye hiç bir zaman böyle olmadı. Gerçi 30'lu yıllarda bazı “kafatasçı” tezler resmi destek gördü, ama bu geçici bir heves olarak kaldı. İlerleyen yıllarda Nihal Atsız gibi bazı ideologlar ırkçılık yapmayı sürdürdüler, ama bu çizgi MHP içinde bile tutunamadı, marjinal kaldı.
Bu sebeple, “ırkçı TC” gibi suçlamalar getirenler haksızlık yapıyor, “biz ırkçı değiliz” diyen milliyetçiler de doğru söylüyor.
Gelgelelim, ırkçı olmamak, hakça bir sistem kurmak için yeterli değil. Bir de insanların kimliklerine saygı göstermeniz, onları oldukları gibi kabul etmeniz gerek.
Türk milliyetçiliği, işte bu açıdan biraz sorunlu. Irkçılık yapmayıp her vatandaşı “Türk” diye kucaklıyor, fakat o vatandaş “bir dakika, ben Kürdüm” dediğinde ortalık birden buz kesiyor.
Bu durumda Türk milliyetçiliğinin ikinci argümanı devreye giriyor: “Olur mu canım, sen de Türksün, çünkü Türk demek Türkiye vatandaşı demek, sen de vatandaşsın ya işte.”
Ancak bu pek ikna edici bir telkin değil. Çünkü “Türk” olmanın sadece “Türkiye vatandaşlığı” anlamına geldiğinde ısrar edenler, bir taraftan da “Adriyatik'ten Çin'e Türk dünyası”ndan, Yunanistan veya Bulgaristan'daki Türklerden, “tarihteki 16 Türk devleti”nden söz ediyorlar. Buradan da belli ki Türklük, “Türkiye vatandaşlığı”ndan farklı bir şey. Bir etnik kimlik.
Durum bu iken “ben de Türküm” demek, Kürtler için “kendini inkar” anlamına geliyor. Nitekim ben bugüne kadar kendi iradesiyle “ne mutlu Türküm diyene” diyen tek bir Kürtle bile tanışmadım. Ama “ben bir Kürt olarak Türkiye'de özgürce yaşamak istiyorum” diyenini çok gördüm. Çoğu bunu diyor zaten.
Türk milliyetçilerinin önündeki kritik soru, bu talebi kabul edip etmeyecekleridir. Eğer ederlerse, Bulgaristan veya Yunanistan'daki Türkler için (haklı olarak) savundukları hakları Türkiye'deki Kürtlere de teslim etmiş, yani adil ve ilkeli davranmış, Türkiye'nin barış ve huzuruna da büyük katkıda bulunmuş olurlar. Yok kabul etmezlerse, o zaman 80 yıldır denenmiş ve sadece iç çatışma üretmiş olan asimilasyon politikasını zorlayarak meseleyi çıkmaza sürüklerler.
İşin en tehlikeli yanı ise, asimilasyondan umudunu kesen milliyetçilerin öteki uca savrularak ırkçılığa yönelmesi, “madem Kürt olmakta ısrarlısınız, o zaman gidin bu ülkeden, Türk olmayana burada yer yok” demesidir. Böyle bir eğilimin varlığını gösteren rahatsız edici işaretler var zaten.
Peki ya Kürt tarafı? Oradaki milliyetçilik daha da beter. Çünkü orada asimilasyonculuktan gelen, iyi-kötü de olsa bir “birlikte yaşama” iradesi de yok. Olabildiğince “ayrışma” talebi var. Öcalan'ın Kürtler için ayrı “savunma gücü” kurma yönündeki fantazilerinde gözüktüğü gibi.
O taraftaki ırkçılık, bir sonraki yazıya...