MHP, ‘Üç Hilal'e Sadık Olmalı
[17 Ağustos 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Şu günlerde Türkiye'nin önünde bir “MHP meselesi” var. (Bir “CHP meselesi” de var kuşkusuz; ama o zaten hep vardır, o cephede yeni bir şey yok.) MHP, hükümetin, 30 yılda 30 küsur bin cana mal olmuş, nice ocakları söndürmüş “düşük yoğunluklu iç savaş”ı bitirmek için gösterdiği gayreti “vatana ihanet” gibi gösteriyor. Farklı düşünen herkeste kötü niyet arayan uzlaşmaz bir üslupla “Kürt açılımı”nı başlamadan kapamaya çalışıyor. Dahası, bu keskin dille, kendi tabanını da geriyor. Ve, Allah göstermesin, muhtemel bir Türk-Kürt çatışmasının yolunu döşüyor.
MHP liderliğinin kullandığı üslubun aksine, ben bunları “vatana ihanet” olarak görmüyor, aksine başta Devlet Bahçeli olmak üzere parti yöneticilerinin samimi olduklarını düşünüyorum. Samimiler, çünkü fikriyatlarının belkemiğini oluşturan “Türkçülük” ideolojisine ve duygusuna uygun hareket ediyorlar. Bu ideoloji, Türkiye'nin her karışına “Türk” damgası vurmayı, çok satan bir gazetenin tepesinde yazdığı gibi “Türkiye Türklerindir” diye haykırmayı gerektiriyor. Bunun yanında bir de “Kürt” diye ikinci bir kimliğin ortada gezmesi, “Türkçülük” açısından pek kabul edilebilir bir şey değil. MHP, bu sebeple kendiyle tutarlı davranıyor.
Ancak ortada büyük bir sorun var: Türkçülük, Türkiye'nin tümünü kucaklamıyor. Milyonlarca vatandaş kendini “Kürt” olarak tanımlıyor ve biz ne yaparsak yapalım bu durum değişmiyor. Bu vatandaşlara “siz aslında Türksünüz, kabul edin” diye dayattıkça, tepki gösteriyor, kimliklerine daha çok sahip çıkıyorlar. “Sizin asıl sorununuz fakirlik, alın size biraz aş ve iş” demek de kurtarmıyor. “Hayır, ille de kimlik” diyorlar; Doğu Türkistanlıların Çinlilere, Batı Trakyalıların Yunanlılara dediği gibi...
Bunun anlamı şu: Türkçülük, Türkiye için “bölücü” bir fikir.
Peki Türkiye'nin tümünü kucaklayacak bir fikir var mı?
Var. “Liberallerin” ve bilumum demokratın savunduğu, Cumhurbaşkanı'nın ve hükümetin çözüm arayışlarının temelini oluşturan “anayasal vatandaşlık” fikri var mesela. (Bazı Kürtler bundan da fazlasını istiyor, federasyonu, konfederasyonu ve hatta bölünmeyi talep ediyor olabilir. Ama bu, Türkiye'yi doğru olanı yapmaktan alıkoymamalı.)
MHP ise, anladığım kadarıyla, bu “demokratik” çözümü “boğaza karşı viski içen”lerin ve “dış mihraklar”ın bir kumpası olarak görüyor. “İthal bir fikir” olarak algılıyor.
Oysa gerçekte “demokratik çözüm” denen şey, bu toprakların bin yıllık öz malıdır. “İthal” olan bir şey varsa, o da yüz yıl önce Avrupa'dan (onun da en beter yeri olan Fransa'dan) alınmış olan “milliyetçilik”tir.
MHP'lilerin bunu görmesi için parti amblemlerindeki “üç hilal”e bakıp biraz tefekkür etmeleri yeterli. O üç hilalin sahibi olan Devlet-i Aliye-i Osmaniye, bir “Türk devleti” değil, Türkleri, Kürtleri, Arapları ve tüm diğer Müslüman halkları tek bir “millet” sayan ve diğer “milletlerle” barış içinde yaşatan çoğulcu bir imparatorluktu. Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendilerine 80 küsur yıldır tanımadığı hakların hepsine Osmanlı Devleti'nde fazlasıyla sahipti. Ve bunun da kadrini bildiler; bir avuç “Jön Kürt” haricinde Osmanlı'ya sonuna kadar sadık kaldılar.
Hakkını yemeyelim, Türkçülük de Osmanlı'nın çözülmeye başlaması üzerine doğdu. “Arnavutlar bizi bıraktı, Araplar da gidiyor, geriye biz Türkler kaldık, başımızın çaresine bakalım” düşüncesiyle gelişti. Ama Türkçülerin çoğunun (Ziya Gökalp hariç) pek dikkat etmediği bir ayrıntı vardı: Kürtler, Osmanlı'yı terk etmemişlerdi. Ve yeni kurulan devletin harcına onlar da katılacaklardı.
Bugün o devletin tarihindeki önemli bir dönüm noktasındayız. Eğer Türkçülükte ısrar edersek Kürtleri ebediyen kaybedecek, Osmanlı'yı son bir kez daha parçalamış olacağız. Ama ilhamını Osmanlı'dan, kriterlerini de çağdaş demokrasiden alan çoğulcu bir “çözüm”le ülkeyi kurtarmamız da mümkün.
Bu durumda MHP'lilerin ne mi yapması gerekiyor?
O “üç hilal”in gerçek ruhuna sadık kalsınlar, yeter...