Dine Dayalı Demokrasi Olmaz Mı?
[21 Haziran 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Radikal yazarı Türker Alkan İran'daki tartışmalı seçimin sonuçlarını yorumlarken sormuş, “dine dayalı demokrasi olur mu?” diye. Sonra da olmayacağı hükmüne varmış ve dahası laik Türkiye'nin bu konuda İran'a öğretebileceği şeyler olduğunu vurgulamış. Bu, Türkiye'de sıkça duyduğumuz bir argüman. İran'daki otoriter cumhuriyete bakarak, “bakın, dine dayalı demokrasi olmuyor, dolayısıyla işlerin bizdeki gibi olması lazım” diye kestirmeden sonuca varılıyor. Oysa gerçekler, bu “el çabukluğu-marifet” çıkarımda gözüktüğünden daha karmaşık.
Öncelikle “dine dayalı demokrasi olmaz” hükmünü biraz sorgulamak lazım. Aslında dine dayalı demokrasi bal gibi olur. Nasıl olur? Bir toplumu oluşturan fertler “biz, ülkenin esaslarının üzerinde anlaştığımız şu dini ilkelere dayanmasını istiyoruz” diye bir uzlaşıya varırlarsa olur. Zaten böyle bir “konsensüs” var ise, onu hayata geçirmeksizin demokrasiden söz edemezsiniz bile.
Bu öyle duyulmadık-görülmedik bir şey de değildir. Yakın zamanlara dek Avrupa'daki pek çok devlet böyleydi. İrlanda'nın anayasası hala “Kutsal Üçleme adına” başlar “efendimiz İsa Mesih'e olan sorumluluklarımızı kabul ediyoruz” diye devam eder. Bugün bazılarının “Ortadoğu'nun tek demokrasisi” dediği İsrail, kendini “Yahudi devleti” olarak tanımlar ve Yahudi dininin pek çok hüküm ve uygulamasını esas alır. Komşumuz Irak'ın demokratik yöntemlerle hazırlanan ve kabul edilen anayasasının ikinci maddesinde ise devletin resmi dininin İslam olduğu ve dahası “hiçbir kanunun İslam'ın hükümlerine aykırı olamayacağı” belirtilir. (Bu, Amerikalıların muhalefetine rağmen, Irak parlamentosu tarafından kabul edilmiş bir esastır.) Eğer Irak işleyen bir demokrasi haline gelebilirse, “İslama dayalı demokrasi” olmuş olacak.
Peki İran'daki sorun ne?
Sorun, din değil, din adamlarının siyasi otoriteye “velayet” etmesini öngören “velayet-i fakih” doktrini. Bu doktrin, Şiiliğin doğal bir sonucu değil, Ayetullah Humeyni'nin dini bir kavramı siyasileştirerek çıkardığı İran'a mahsus bir icad. Nitekim Irak'taki en üst Şii otorite olan Ayetullah Sistani “velayet-i fakih”i benimsemiyor ve din adamlarının devleti yönetmesine karşı çıkıyor.
Eğer İran “velayet-i fakih” üzerinden din adamlarına ve onların nüfuzu altındaki devrim muhafızlarına siyaset üstü bir yetki vermemiş, sadece Şii inanç ve değerlerine atıfta bulunan, ama seçilmişleri esas kılan bir cumhuriyet olsaydı, o zaman o da “İslami demokrasi” olabilirdi.
Peki ben bunları demekle “dine dayalı demokrasi”nin çok iyi bir model olduğunu ve Türkiye'de de buna ihtiyaç duyduğumuzu mu ima ediyorum? (Bizim memlekette hep böyle “gizli niyetler” aranır durur.)
Hayır. Çünkü “din esasları üzerinde uzlaşmak” öyle kolay bir şey değil. “Kimin din anlayışı doğru” sorusu gündeme geliyor ve çatışmalar çıkarıyor. (Pakistan iyi bir örnek.) Dahası modern toplumlar çok renkli. Farklı inançlara, dünya görüşlerine sahip bireylerden oluşuyorlar. Dolayısıyla ne dine ne de bir felsefi doktrine dayanmayan (yani “laik”), sadece vatandaşların hak ve hürriyetlerini garanti altına alan (yani özgürlükçü) “liberal demokrasi” bence en iyi sistem.
Peki Türkiye'de liberal demokrasi var mı?
Olsun diye uğraşıyoruz, ama tabii ki henüz tam yok. Çünkü Humeyni'nin “velayet-i fakih” sistemi kadar bariz ve keskin olmasa da, bizde de bir “velayet” sistemi var. Çünkü bizde de “devrim bekçilerine” anti-demokratik misyonlar biçen bir “resmi ideoloji” var.
Dolayısıyla bu konuyu ele alırken sorulması gereken doğru soru “dine dayalı demokrasi olur mu?” değil, “resmi ideolojiye dayalı demokrasi olur mu?” sorusudur. Cevap da bellidir: Elbette olmaz...