İsrail, Yahudilik Ve Türkiye
[6 Mayıs 2009 tarihli Şalom gazetesinde yayınlandı]
Önce, tüm Şalom okurlarına merhaba. Gazetenin yeni genel yayın yönetmeni, sevgili dostum İvo Molinas'a da teşekkür. Kendisi bir süre önce beni arayıp, “Şalom'a yazıyla katkıda bulunmak ister misin?” diye sorduğunda “Elbette, memnun olurum” demiştim. Ancak yabancı tabirle “deadline” yani teslim tarihi gelene kadar da ne yazacağıma bir türlü karar veremedim. Sonunda, yakın zaman önce İsrail'e yönelik yoğun bir tepkinin ve dahası bazı tatsız antisemitizm tezahürlerinin yaşandığı ülkemizde ele almam gereken en önemli konunun “İsrail, Yahudilik ve Türkiye” olduğuna karar verdim.
Dikkat ederseniz İsrail'e yönelik tepki ile antisemitizmi ayırdım. Çünkü bunlar gerçekte farklı şeyler. İsrail bir devlet. Dahası 1967 yılından bu yana Filistin topraklarını tamamen veya kısmen işgal altında bulunduran bir devlet. Bu işgale ve işgal altındaki topraklarda yürütülen politikalara tepki göstermek, hiç kimseyi Yahudi düşmanı yapmaz.
Bir kimseyi Yahudi düşmanı yapan şey, “İsrail'in yaptıklarına” değil “Yahudilerin kimliğine” karşı olmasıdır. Bu ikincisi kadim bir hastalıktır ve ortada ne İsrail'in ne de başka bir Yahudi devletinin bulunmadığı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Kökeninde Yahudileri “İsa'nın katilleri” diye yaftalayan Hıristiyanlık yorumu yatar. Bu temelin üzerine eklenen türlü paranoyalar ve komplo teorileri ile habis bir ur gibi gelişen antisemitizm, sonunda Holokost'u yaratmıştır.
İşin trajik tarafı, Holokost sonrasında Batı vicdanında mahkûm edilen antisemitizmin aynı dönemde İslam dünyasına yayılmasıdır. Arap-İsrail çatışmasının yarattığı tepki, sadece İsrail'e değil, ne yazık ki Yahudiliğe yönelmiş, Nazi Almanyası'nın propaganda temaları Arap basınında boy göstermeye başlamıştır.
Bir başka deyişle, “İsrail'in yaptıklarına”na kızanlar, “Yahudilerin kimliğine” düşman olmuştur.
Kanımca Türkiye'deki antisemitizm sorunun gelişimi de böyledir. Bazı dar çevrelerde kökleri Cevat Rıfat Atilhan'ın saçmalıklarına uzanan iflah olmaz bir Yahudi düşmanlığı olsa da, bunu körükleyen ve daha geniş çevrelere taşıyan faktör, İsrail politikalarına tepkidir.
Peki, bu durum karşısında ne yapmalı? Yahudi vatandaşlarımızı tedirgin ve hatta tehdit etme noktasına varan nefret söylemine nasıl karşı durmalı?
Kuşkusuz burada Yahudi-olmayan Türk aydınlarına düşen önemli bir sorumluluk var: Nefret söylemine karşı çıkmak, toplumu sağduyuya davet etmek. Açıkçası hem İsrail'in Gazze saldırısı sırasında hem de diğer antisemitizm tezahürleri karşısında, ben kendi adıma bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştım.
Fakat belki bundan da fazlası, Türkiye'deki Yahudi cemaati ile Türkiye toplumunun geri kalanı arasındaki ilişkinin İsrail'i “by-pass” edecek biçimde güçlendirilmesi ile yapılabilir.
Gerçekte İsrail hali hazırda da bu iki tarafın “arasında” değildir. Türk Yahudileri, Türkiye'nin vatandaşlarıdır; İsrail'in değil. (Zaten isteselerdi İsrail'e göç edip oraya yerleşebilirlerdi.) İsrail'in uyguladığı her politikayı, hele de “İsrail sağı”nın çizgisini onayladıklarını düşünmek için de bir sebep yoktur. Ancak yine de toplumun bir kesiminde Türk Yahudilerini “Yahudi Devleti”nin bir uzantısı olarak görmek ve Filistin dramının hesabını onlardan sormak gibi yanlış bir yaklaşım var.
Oysa Müslüman Türkler, bu yanlış yaklaşımı bir kenara bırakırlarsa, Türk Yahudileri hakkında çok olumlu şeyler göreceklerdir.
Örneğin Türk Yahudilerinin 500 yıllık tarihi, sadece onlar değil aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu için de parlaktır. Osmanlı'nın gayrimüslim “milletleri” içinde istisnasız her zaman “sadık” ve vatansever olanlar, Yahudilerdir. Balkanlar'da çarpışarak gerileyen Osmanlı ordusunun zaferi için edilen dualar, hem camilerden hem de sinagoglardan yükselmiştir.
Öte yandan İslamiyet ve Yahudilik arasında da keşfedilmeyi bekleyen bir çarpıcı yakınlık vardır. Gerçekte bu iki din, hem Tanrı inançları hem de dini kuralları açısından birbirine çok benzer. Hıristiyanlıktaki “Üçleme” ve ikona geleneği her iki dine de yabancıdır. Birinde “koşer”, ötekinde “helal” yenir. Ağza domuz sürülmez, “sünnetsiz” olunmaz. Dahası, Hıristiyanlığın aksine, Yahudiliğin misyonerlik yoluyla İslam'la “rekabeti” söz konusu değildir.
Bu gibi temaları ön plana çıkaracak bir toplumsal diyalog, Türkiye'deki antisemitizm rüzgârlarına iyi gelebilir. Ne dersiniz, düşünmeye değer mi?