Türkçe Yazılar

Mahallenin Baskısı Ne Kadar İslami?

[29 Aralık 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Üniversite hocam Prof. Dr. Binnaz Toprak'ın yönetiminde hazırlanan “Türkiye'de Farklı Olmak” başlıklı araştırma, “muhafazakâr mahalle baskısı”nı yeniden gündeme getirdi. Aslında tabii Türkiye'de aynı zamanda “laik mahalle”lerin de var olduğunu, orada da aksi yönde baskı yapıldığını, tüm bu baskıların en âlâsının ise başta yüksek yargı olmak üzere devlet kurumlarından geldiğini biliyoruz. Ama problemin Prof. Toprak ve ekibi tarafından gündeme getirilen boyutu da önemli. Bu boyuta karşı bazı muhafazakâr yorumculardan “yok efendim, ne baskısı, kimseye dokunulduğu yok” gibisinden itirazlar geldi ve gelmeye devam ediyor. Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü bir insanın baskı görüp görmediğine başka herkesten önce kendisi karar verir. Eğer birisi “ben üzerimde baskı hissediyorum” diyorsa, ona “hayır, uyduruyorsun” demek haksızlık olur. Zaten laikçileri başörtüsü konusunda tam da bu tavrı takındıkları için eleştirmiyor muyuz? Ancak söz konusu araştırmanın sonuçlarını abartmamak da önemli. İlk vurgulanması gereken şey, bunun bir “Anadolu tablosu” değil, “Anadolu'da baskı gördüklerini düşünenlerin tablosu” olduğu. Bir diğer önemli nokta, sözünü ettiğimiz baskıyı doğuran tutucu zihniyetin niteliği. Bunun dinle bir şekilde ilişkisi olduğu kesin. Ama dini düşünceyi aşan, hatta bazen onunla çelişen kaynakları olduğunu düşünmek için de iyi sebepler var. Örneğin araştırmada sadece oruç tutmayan ve “şort giyen”lerin değil, “Kürtçe konuşan”ların da tepki çektiği belirtiliyor. Bu da belli ki İslamcı değil milliyetçi bir zihniyete işaret ediyor. Ülkücü kesimi iyi tanıyan Prof. Mümtaz'er Türköne de işin bu yönüne dikkat çekmiş, “ülkücü baskısı”na vurgu yapmış. Sorgulanması gereken bir diğer iddia, söz konusu tutuculuğun artmakta olduğu fikri. Elde pek bir veri yok, ama Anadolu'nun bundan on yıl önce daha açık ve hoşgörülü bir coğrafya olduğu düşüncesi, başka pek çok kişi gibi bana da pek inandırıcı gelmiyor. Aksine, Binnaz Toprak'ın daha önceki çalışmalarında da ortaya çıktığı gibi, muhafazakar kesim aslında olumlu bir değişim sürecinde. Fethullah Gülen hareketi gibi aktörlerin tavanı ile tabanı arasında var olduğu söylenen farkı da, bir “takiye” tezahürü olarak değil, tavanın başlattığı değişimin tabana henüz tam nüfuz edememişliği ile açıklamak daha doğru olabilir. Ancak şöyle bir risk de var: “Laik kesim” (ve dahası “laikçi devlet”) ile toplumun dindar kesimi arasında süregiden sürtüşme, her iki tarafta da bir gerginleşme, hatta “bilenme” meydana getirmiş olabilir. Eğer “muhafazakâr mahalle baskısı” gerçekten artmış ise, bunun sebebini biraz da bu politizasyonda aramak lazım. Bunun sorumluluğu da, sadece muhafazakârlarda değil kuşkusuz; aynı zamanda onları onyıllardır ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürenlerde. Sonuçta dönüp dolaşıp vardığımız tatsız gerçek ise şu: Türkiye'deki hiç bir toplumsal kesim, aslında “farklı olan”a karşı pek hoşgörülü değil. Hemen herkes, başkalarının da aynı kendisi gibi olacağı bir toplum ve hatta dünya istiyor. Onun için “tüm dünya Türk olmalı” veya “herkes Fenerli olacak” gibi inciler duyuyoruz. Bunları döktürenler, herkes Türk veya “Fenerli” olduğunda, böyle olmak ne anlam ifade edecek, bunu düşünmüyor. Aynı şekilde herkesin dindar olduğu bir toplumda da, aslında dindarlığın anlamı kaybolacak, çünkü bir “tercih” değil, herkesin uyduğu “doğal” (ve “taklidi”) bir standart olacaktır. Dolayısıyla dindarların, sırf “laik” tarafın haklı şikayetlerini karşılamak için değil, aynı zamanda dindarlığın tek gerçek zemini olan özgürlüğü savunmak için de muhafazakâr mahalle baskısına karşı çıkmaları gerek. Nihal B. Karaca, Zaman'daki köşesinde bunun iyi bir örneğini göstermiş. “Kimse Anadolu'da taassup yok, her şey sütliman dememeli” dedikten sonra, “Müslüman Anadolu'muzun dul bir kadına bakış açısı”ndaki sakatlığı örnek vermiş. Bunu da “İslamsız muhafazakârlık” diye tanımlayıp kınamış. Doğru yaklaşım, işte bu.
All for Joomla All for Webmasters