Ağlama Duvarı'ndaki General
[18 Haziran 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de ordunun siyasete müdahalesine karşı çıkmak, bu yönde girişimlerde bulunan subayları eleştirmek, kuşkusuz doğru ve çok da gerekli bir iş. Ama orduya “çamur atmak” ve dahası bunu “Yahudi düşmanlığı” kokan komplo teorileriyle yapmak ise, hem haksız hem de yersiz.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nda çekilmiş fotoğrafları üzerinden yapılan “habercilik” ve “imacılık”, biraz bu ikinci gruba giriyor gibi. Bu fotoğrafı yayınlayan gazete, ziyaretin “dini bir nedenle mi yoksa turistik bir gerekçeyle mi” yapıldığını sormakla, muhtemelen, General Başbuğ'un “gizli Yahudi” olabileceğini ima etti. Şu anki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın göreve gelişi öncesinde de benzeri şayialar yayılmış, kendisinin “Yahudi dönmesi” (“Sabetayist”) olduğuna dair asılsız söylentiler çıkarılmıştı.
Tüm bunlarda içiçe geçmiş bir dizi yanlış zihniyet var. En başta, Yahudi olmayı bir suç veya ayıp gibi gören antisemit düşünce geliyor. Her iki generalin de “Yahudi”likle uzaktan yakından ilgili olduklarını sanmıyorum; ama olsalar ne olur? Bir insanın “Yahudi kanı” taşıması (ne demekse) bir kınama sebebi olamayacağı gibi, “Sabetayist” olması da “din özgürlüğü” içinde değerlendirilmesi gereken bir haktır. Aslında eğer Musevi bir vatandaşımız Genel Kurmay'ın zirvesine kadar çıkabiliyorsa, bu Türk demokrasisi için ancak bir kazanç olabilir.
Diğer bir yanlış zihniyet, bir Müslümanın başka bir dinin kutsal mabedini ziyaret etmesinin garip karşılanması. Oysa bunda ne var? Yabancılar bizim ülkemize gelince camileri ziyaret etmiyorlar mı? Bu mabedlere girdiklerinde oranın adabına uygun davranmıyorlar mı? İngiltere Kraliçesi daha geçenlerde başını örtüp Kur'an-ı Kerim dinlemedi mi?
Bir Müslümanın bir Yahudi mabedini ziyaret etmesi, sadece bu “medeniyet” ölçüleri açısından değil, İslam'ın kendi ilahiyatı açısından da gayet uygundur. Kuran'da havra ve kiliseler camilerle birlikte anılır ve koruma altına alınır. Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nın kökeni de, İslam'a göre peygamber sayılan Hz. Süleyman'a kadar uzanır. Aynı mekan, aynı zamanda Hz. Muhammed'in miraca yükseldiğine inanılan yerdir.
Ve dahası, İslamiyet ve Yahudilik, aslında ilahiyatları, dini kuralları ve ahlaki normları açısından birbirine en yakın iki dindir. Geçmişte de yüzyıllar boyunca bir arada “sorunsuz” var olmuşlardır. Bugün dünyada bir Müslüman-Yahudi gerilimi bulunmasının sebebi ise, 20 yüzyılda ortaya çıkan Arap-İsrail sorunudur. Yani dini değil, siyasi bir meseledir. Bu siyasi meselenin etkisine fazlasıyla girerek “Yahudi düşmanlığı”na kapılmak, Yahudilik ile İsrail Devleti'ni ayırt edememek, dahası İsrail içindeki farklılıkları algılayamamak, Müslümanları bazen haklı oldukları noktalarda haksız duruma düşürüyor.
Türkiye'deki otoriter laiklik geleneğini ve bunu temsil eden “kurumları” hayali “Siyonist komplo”lara bağlamak da böylesine bir yanlış. İlginç olan bunun tam da zıttının “militan laikler” tarafından muhafazakar dindarlara karşı uygulanması. Bu dindarların küresel bir “Arap-İslam komplosu”na dahil oldukları paranoyası, başörtü takmak için Suudi Arabistan'dan para aldıkları gibi şehir efsaneleri ile destekleniyor.
Sorunlarımızı çözebilmek için öncelikle diğer tarafı “hain” gibi gösteren bu fantazilerden kurtulmamız gerek. Gerçekte en şahin Jakoben de, en sofu muhafazakar da bu ülkenin çocuğu. Aralarındaki uçurum, dünya görüşü ve ideoloji farkından kaynaklanıyor. Bu yüzden her iki taraf da aslında “doğru bildiğini” savunuyor. Önce bunda bir anlaşalım ki, “doğru”nun ne olduğunu tartışmaya başlayabilelim.