Din Olmadan Ahlak Olur Mu?
[23 Haziran 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ülkede bir tarafta “darbe” olurken öteki tarafta felsefi konuları tartışmak zor. Ama imkânsız olmadığı gibi gerekli de. Şerif Mardin Hoca'nın “Kemalizm, iyi, doğru ve güzeli tarif etmede sığ kaldı” yorumu üzerine başlayan “ahlak” tartışması ise, ıskalanmaması gereken önemli bir konu.
İsmet Berkan Radikal'deki köşesinde üst üste bir kaç yazıyla bu konuyu ele aldı. Özetle, ahlakın kökeninin din olmadığını, dine dayanmayan (yani “seküler”) bir ahlakın da pekala olabileceğini ve zaten olduğunu söyledi.
Peki durum gerçekten böyle mi?
Önce şunu teslim edeyim: “Dinsiz” insanlar da pekâlâ ahlaklı olabilirler. Böyle pek çok birey gösterebileceğiniz gibi, oldukça seküler olan kimi toplumlarda epey sağlam bir ahlaka rastlayabilirsiniz. Örneğin İsveç, dini inancın epey zayıfladığı, ancak saygı, hoşgörü, tevazu, yardımseverlik gibi ahlaki erdemlerin güçlü olduğu bir ülkedir.
Öte yanda da dindar olan (daha doğrusu kendini öyle tanımlayan) kimi insanların hiç de ahlaki davranmadığına tanık olabilirsiniz. Türkiye'de hep ballandıra ballandıra tasvir edilen “sahtekâr dinci” portresine gerçekten de uyan tipler vardır kuşkusuz.
Ama mesele bu kadar basit değil. Çünkü asıl soru, bireylerin dine referans vermeden ahlaklı olup olamayacakları değil. Asıl soru, dinden tümüyle bağımsız bir “ahlak anlayışı”nın inşa edilebilir ve korunabilir olup olmadığı.
Bu çok önemli, çünkü “benim herhangi bir dini inacım yok” diyen insanların çoğu da, aslında topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerlere inanıyor. İsveçliler bugün çok seküler olabilirler, ama inandıkları ahlaki değerler aslında Hıristiyanlık'tan süzülerek gelmiş şeyler.
Bu durum karşısında “ee, demek ki köken din olsa da, sonra bunlar laikleştirilip yola devam ediliyor” diyebilirsiniz. Ama mesele yine o kadar basit değil. Papa XVI. Benedict'in işaret ettiği bir sorun var: Dini değerler, toplum sekülerize olduğunda da belki bir veya iki kuşak yaşıyor. Ama zamanla bu değerleri korumanın bir gerekçesi kalmamaya başlıyor. “İnsanlara karşı merhametli ve yardımsever olmalısınız” hükmü, din ortalıktan kaybolunca da bir süre etkili olsa bile, bir süre sonra birileri çıkıp şöyle diyor: “Bir dakika, niye öyle olacakmışız ki?
Niçin canımız ne isterse onu yapmıyoruz?”
Rus kökenli Amerikalı yazar Ayn Rand, işte tam da bunu söylemişti. Sadece ateist değil aynı zamanda da “din karşıtı” olan Rand'in kurduğu felsefe, bencilliği ve diğer insanlara karşı umursamazlığı yüceltiyordu. Bugün Rand'in romanlarından etkilenen milyonlarca insan, “sadece kendini düşün, kendini tatmin etmekten başka hiç bir amaç gütme” ilkesine inanıyor.
İşte, dinden kopmuş bir kültürün böylesine gayrı-ahlaki bir yöne savrulmayacağının hiç bir garantisi yok. Ortada din gibi “toplum ve bireyler ötesi” bir referans kaynağı olmayınca, topluma ve bireylere “nasihat” verecek sağlam bir otorite de kalmıyor.
Buna karşı, “insan doğası zaten özünde iyidir, kendi kendine doğruyu bulur” diye itiraz edebilirsiniz. Ama tarih boyunca yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz sayısız kötülük, sanırım insan doğası hakkında bu kadar iyimser olmayı epey zorlaştırıyor.
Bir de şunu önerebilirsiniz: “Herkes, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, öyle davransın.” Buna göre herkesin “başkalarının bana dürüst olmasını istediğime göre ben de dürüst olmalıyım” demesi gerekiyor. İyi, ama ya şöyle derlerse: “Başkalarına dürüst davranıyor gibi gözükeyim, böylece onları da dürüstlüğe teşvik edeyim, ama arada fark ettirmeden ‘işimi' göreyim.”
Kısacası dine referans vermeden ahlak inşa etmek pek öyle kolay bir şey değil. Kemalizm bu kadar “sığ” olmasaydı bile, işi zordu.