AK Parti Liberalleri Kaybetmemeli
[20 Şubat 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Son günlerin yükselen tartışması, bazı liberaller ile AK Partililer arasında. 2002'den bu yana süren (ve aslında kökleri çok daha eskiye uzanan) muhafazakar-liberal koalisyonundaki bu “çatlak”, bir grup akademisyenin üniversitelerde başörtüsü özgürlüğü konusunda “üçüncü yol” tutturmasıyla başladı. Polemiklerle devam ediyor. Bu koalisyona hep antipatiyle bakmış olanlar da durumdan pek memnun; “çatlağı” daha da derinleştirmeye çalışıyorlar.
Aslında ortada tek bir liberal tipi yok. Kavramın tanımı gereği bağımsız ve bireysel düşünen bu aydınlar arasında önemli farklılıklar var. Özellikle de Türkiye'nin bam teli olan laiklik konusunda. Kimi liberaller en iyi ihtimalle “Fransız laikliği”ne razı olabilecek, onun uygulanmasında bile bazı “çekinceler” dile getirecek kıvamda iken, bazıları İngiliz modeli bir çok-kültürlülüğü savunuyor, “hizmet alan-hizmet veren” ayrımına bile itibar etmiyor.
Diyeceğim şu: AK Parti'nin sayısı az ama etkisi büyük olan söz konusu liberal yelpazeyi kaybetmemesi, onların da AK Parti'ye biraz daha anlayışlı yaklaşması gerek.
AK Parti'yi Milli Görüş'ten bugüne getiren şey, istikametini “siyasal İslamcılık”tan “liberal demokrasi”ye çevirmiş olması. Yıllardır devlet baskısı ve elit aşağılaması altında yaşamış, kendilerini “öz vatanında parya” olarak hissetmiş muhafazakar kitleler, eskiden bu işten Batı'yı sorumlu tutuyor, çözümü de Doğu'ya dönmekte arıyorlardı. AK Parti'nin kurmayları, çok doğru bir teşhis yaptılar. Sorunun çağdaş Batı'da değil, onun eski bir döneminde donup kalmış olan yerli “Batılılaştırıcılar”da olduğunu gördüler. Aradıkları din özgürlüğünün Batı tarzı liberal demokraside zaten var olduğunu fark ettiler. O yüzden de otoriter seçkinleri “by-pass” edip, AB süreci ile cisimleşen özgürlüğe yöneldiler.
Liberaller ise eskiden beridir o yoldaydı. Dolayısıyla özgürlüğün ve özgürlükçülerin “kriterleri” konusunda söz söylemeye hakları var. Zaten fiili durum da ona işaret ediyor: Türk siyasetine dışarıdan bakanlar, özellikle de Batılılar, AK Parti'nin özgürlükçü olduğuna sadece hükümetin icraatlarına değil, aynı zamanda liberallerin yorumlarına bakarak ikna oluyor. Hükümetin “biz kendimizi zaten ispat ettik” diye kestirip atması doğru olmaz. Yüzde 47'lik halk desteği büyük bir meşruiyet kaynağı olsa da, Türkiye'nin “özel şartları”nın dayattığı zorluklar, ve zaten “İslamofobi”den muzdarip olan Batı dünyasının kuşkuları, “liberallerin vereceği meşruiyeti” de gerekli kılıyor.
Ancak liberallerin de biraz esnek olması lazım. AK Parti geçmiş 5 yılda kadın haklarından Kürt sorununa kadar bir dizi meselede büyük reformlar yaptı. Kendi tabanının hak taleplerine sürekli göz yumması, hem ilkesel hem de siyasi açıdan doğru olmazdı. Başörtüsü meselesini çözmek için MHP'yle ittifak kurması da siyasetin doğasına uygun, rasyonel bir adımdı.
Bazı liberallerin şiddetli bir MHP alerjisi var. Dahası Başbakan'ın başörtüsü uğruna diğer özgürlükleri MHP'ye “sattığına” inanıyorlar. Oysa biraz pragmatik düşünüp iki şeyi görmeleri gerek: Bu süreç içinde MHP “bürokratik oligarşi”nin değil “millet”in yanında olduğunu ilan etti ki, bu Türk demokrasisi için önemli bir kazanım. İkincisi, “AKP-MHP ittifakı” mevcut gündemle sınırlı ve muhtemelen geçici bir durum.
Yarın bir gün “Kürtçe öğretimi” gündeme geldiğinde belli ki farklılıklar ön plana çıkacak.
Liberallerin kendi idealizmlerinin büyük kitle partilerince ancak kısmen paylaşılabileceğini kabul etmeleri ve “bardağın dolu tarafı”nı unutmayan yapıcı eleştiriler getirmeleri gerek. Kaldı ki etrafa şöyle bir bakınınca onlar da hemen fark edecekler: Başka AK Parti yok.