Dini Jakobenizm'e Alet Etmek
[25 Temmuz tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de enteresan bir gelenek vardır. Toplumun din özgürlüğünü savunan her türlü sivil politik girişim "dini siyasete alet etmek"le suçlanıp susturulurken, devletin kendi siyasi hedefleri için dini kullanmasında hiç bir beis görülmez. Sayın Uygar Aktan'ın 29 Haziran tarihli Radikal'de yayınlanan "AKP'nin 'Uzak Düşmanı'yla Anlaşması" başlıklı yazısı, bu geleneği daha da ileri bir boyuta taşıyor: Dini, Jakoben Kemalist ideolojinin aleti haline getiriyor.
&Bunun nasıl yapıldığını kısaca özetleyeyim. Her şey, Sayın Aktan'ın daha önce de ele aldığı (ancak hayli abarttığı) Eşari-Maturidi farkıyla başlıyor. Sünni İslam'ın bu iki ana itikad ekolünden birincisinin daha gelenekçi ötekinin daha rasyonalist olduğunu belirleyen Aktan, ;Maturidi yorum"un laik hukukla uzlaşacağını savunuyor.
Asıl "bomba" ise söz konusu Maturidi yorumun "Cumhuriyet'in teolojik zeminini oluşturduğu" iddiası. Fakat dikkat edin bu “Cumhuriyet”, "halk idaresi" anlamına gelen ve hepimizin kabul ettiği “yönetim şekli” değil; istiklal mahkemeleri, tenkilleri, işkenceleri, darbeleri, andıçları ve halen süregiden demokrasi düşmanlığı ile birlikte "Jakobenizm" dediğimiz şeyin kibarcası.
Aktan'ın argümanının üçüncü ve en vurucu aşaması ise, AK Parti'nin “Maturidi yorumu” benimsemediği, bunun yerine "Yeni Selefilik" akımına dahil olduğu iddiası. Söz konusu Selefiler arasında El Kaide'ye kadar uzanan koyu bir radikal İslamcılık damarı olduğunu belirtirsek, Sayın Aktan'ın iktidar partisine biçtiği kostümün rengi daha da iyi anlaşılır. Zaten en çok El Kaide teorisyenleri tarafından kullanılan "uzak düşman-yakın düşman" teorisini de, gayet spekülatif bir biçimde, AK Parti'ye atfetmiş.
Mesaj açık: Harikulade bir Jakoben Cumhuriyetimiz var; onun “teolojik zeminini” kabul etmeyenler ancak İslamcı radikaller olabilir.
Mesaj açık, ama acaba ikna edici mi?
Nursi ve Menderes
İkna olmak için ortada ne yazık ki sadece Maturidilik ile Kemalizm arasında kurulan subjektif bağlar ve bir de Seyyid Bey'in Hilafet'in kaldırılmasını onaylayan görüşü var. 1924 tarihli bu görüş gerçekten de önemlidir ve “laiklik” ilkesine İslami bir kapı aralayabilir; ama felsefi temelini dinde değil pozitivizmde bulan “laikçilik”e hiç bir destek sağlamaz.
Laikçiliğin marifetlerine baktığımızda ise akla Sayın Aktan'ın argümanını zora sokan bir sürü soru geliyor. Mesela Maturidi inancına bağlı olan, dahası "siyasetten Allah'a sığınırım" diyecek kadar da apolitik davranan Bediüzzaman Said Nursi'nin neden hayatının onlarca yılını "Cumhuriyet"in zindanlarında ve sürgünlerinde geçirdiğini merak ediyor insan. Ya da sormak istiyor: Bir grup üniformalı despotun kurduğu düzmece bir mahkemenin kararıyla siyaseten katledilen Adnan Menderes'in suçu da mı "Yeni Selefi" olmaktı?
Çok açık ki "Cumhuriyet"in gazabına uğramak için radikal İslamcı filan olmaya gerek yok. "Yeter söz milletindir" demek, hakimiyetin atanmışlara değil seçilmişlere ait olmasını savunmak yetiyor da artıyor bile.
İyi ama Sayın Aktan da zaten buna, yani seçilmişlerin hadlerini aşmalarına karşı. "Kendi doğal sosyoekonomik evriminin sonucunda modernleşememiş bir toplumu devrimle modernleştirme zorunluluğu"ndan ve demokrasinin buna engel oluşturmasından söz ediyor. Bu yorum, "bu halk ilkeldir, önce adam edilmesi gerek, ancak ondan sonra demokrasiyi filan düşünürüz" diye özetlenebilecek 85 yıllık bir hikayenin tekrarı.
Ama bu hikaye de yanlış. Bunu görmek için öncelikle “modernleşme”nin anlamı ve yöntemleri konusunda bizim Jakobenlerin bildiği dar çerçeveden daha farklı anlayışların da var olduğunu belirlemek gerek. Amerikalı tarihçi Gertrude Himmelfarb, “The Roads to Modernity: The British, French, and American Enlightenments” (Moderniteye Giden Farklı Yollar: İngiliz, Fransız ve Amerikan Aydınlanmaları) adlı kitabında bunu anlatır. Fransızların dinle ve gelenekle savaşarak modernleşmeye çalıştığını ve bunun kanlı iç mücadeleler yarattığını anlatan Himmelfarb'a göre, İngiltere ve Amerika'da ise dinle ve gelenekle barışık bir modernleşme anlayışı geçerlidir.
Devlet Gölge Etmesin, Yeter
Böylesi bir modernleşme vizyonu bizde de vardı: 1924 yılında Kazım Karabekir Paşa önderliğinde kurulan Terakkiperver Fırka o çizgideydi. Ama kurulduktan sadece altı ay sonra, dini inanç ve fikirlere “hürmetkar” olduğunu belirttiği için suçlandı ve kapatıldı. Ondan sonraki 25 yıl boyunca da Türkiye'deki sosyal modernleşme, koyu bir laikçilik ve büyük kentleri pek aşmayan yüzeysel bir Batılılaşma tutkusundan ibaret kaldı. Asıl kritik mesele olan ekonomik kalkınma, ancak Demokrat Parti döneminde, ondan sonra da diğer merkez sağ iktidarlarında başarıldı. Aynı gelenek son beş yılda da AK Parti'yle sürüyor. CHP ise her zamanki gibi ekonomiyle değil “Cumhuriyeti başörtüsünden korumakla” meşgul. Kemalistlerin çoğu daha hala yabancı sermayeyi “emperyalizm” sanıyor.
Bir başka deyişle, “önce toplum modernleşmeli, sonra demokrasi gelmeli” diyenler yanılıyorlar. Çünkü Türkiye'yi modernleştirenler, zaten ancak demokrasiyle iktidara gelenler. Ötekilerin “devlet zoruyla çağdaşlaşma” projesi, reel (iktisadi) bir gelişme sağlamadığı gibi, toplumsal reaksiyonlara ve gerilimlere yol açıyor. (Türkiye'de radikal İslam'ın bir dönem yükselmesinin önemli bir sebebi de, bu eli sopalı elite duyulan tepkidir.)
Zaten aslında kafayı biraz kaldırıp dünyaya bakarsak, “önce toplum hizaya gelmeli, sonra demokrasiye layık olmalı” diyenlerin, demokrasiyi hiç bir zaman getirmeyen ve getirmeyecek dikta rejimleri olduğunu görürürüz. Örneğin Lenin'e göre “proletarya diktatörlüğü” toplumun sosyalizmi içselleştireceği noktaya kadar sürecek, sonra özgürlük gelecektir. Tabii toplumlar Lenin gibi ideologların masa başında ürettiği şablonlara hiç bir zaman uymadıkları için ya baskı hep devam eder - ve oluşan “yeni sınıf” parsayı toplar - ya da baskıcı rejim tarihe karışır.
Sonsöz: İslam'daki rasyonalist okulların vurgu yaptığı ve Sayın Aktan'ın işaret ettiği “hükümlerin zamanla değişmesi” fikri gerçekten de önemlidir. “Müslüman modernleşmesi”nin yolu kısmen buradan geçer. Ama bu, dindarları aşağılayan ve ezen ceberrut yönetimlerin eliyle olmaz. Özgürleşme, ekonomik gelişme ve dünyaya açılmayla olur. “Türk İslamı” ise bugün zaten bu yolda. Devlet gölge etmesin, yeter.