‘Bölünmez Bütünlüğün' Garantisi AK Parti
[28 Temmuz 2007 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Diyarbakır'ın Ergani ilçesine bağlı Dalbudak mezrasında, köy korucusu Hacı Ulaş Bey'in taştan yapılma mütevazı evinde yer sofrasının etrafında oturuyoruz. Evin en büyüğü sayılan 72 yaşındaki Hacı Hasan Uğur Bey, anlamadığım bazı Kürtçe sözlerden sonra, az önce yediğimiz lezzetli yemek için Arapça “şükür duası” yapıyor. Hepimiz “amin” dedikten ve çaylar geldikten sonra “Hacı amca” bir dua daha ediyor. “Allah Erdoğan'ı başımızdan eksik etmesin” diyor, “çok doğru adamdır.”
20 yılı aşkın bir süredir devlete hizmet eden, Jandarma Genel Komutanlığı'ndan “Takdirname” belgesi almış köy korucusu Hacı Ulaş, büyük amcasının bu sözlerine aynen katılıyor. “Allah razı olsun AK Parti'den” diyerek ekliyor: Bölgede milletin yüzünü güldürmüştür.
'Kürt Meselesinde Şoven Değil'
Buna benzer sözleri, sadece bu on haneli şirin mezrada değil, Diyarbakır'da ve çevresinde daha pek çok kişiden duyuyorum. Ergani'nin ara sokaklarındaki Boğaz Kahvesi'nde çay yudumlayan hamal Adem Akar, “AK Parti fakir-fukaranın babasıdır” diyor ve geçen yıl ameliyat olan oğluna verilen sağlık yardımından söz ediyor. Kahvedeki diğer köylüler, AK Parti döneminde köylere su götürüldüğünü, toplu konutlar inşa edildiğini, fakir ailelere eğitim yardımı yapıldığını, “AK belediyeler”in harıl harıl çalıştığını anlatıyorlar.
Aynı kahvenin müdavimleri emekli memur Hacı İsa Biçen ise cumhurbaşkanı seçim sürecinde Abdullah Gül'e yapılanlara çok tepkili. “Abdullah Bey'den daha doğru adam mı vardır bu memlekette” diye soruyor. Bir başkası, hem Gül'ün hem de Erdoğan'ın Kürt meselesinde “şoven” olmadığını belirtiyor. Mehmet Ağar'ı soruyorum. “İlk başta iyiydi” diyorlar, “ama sonra CHP'nin yoluna gitti.” Kastettikleri, Ağar'ın "367 numarası" sırasındaki tavrı.
Kürtçülüğün Tek Alternatifi
Bunlar seçim sonrasında Diyarbakır ve çevresinde geçirdiğim iki günden geriye kalan bazı izlenimler. Seçimin en önemli sonucu, kuşkusuz AK Parti'nin yüzde 47'ye yaklaşan bir oy patlaması yaparak görkemli bir zafer kazanması. Bu zaferin üzerinde belki de en çok durulması gereken yönü ise Güneydoğu ayağı. Bölge genelinde AK Parti'nin oyları yüzde 50'nin üzerinde. Buna karşılık Kürt milliyetçiliği ekseninde siyaset güden Demokratik Toplum Partisi'nin “bağımsız” adaylarının toplam oyu, yüzde 25'i ancak buluyor. Bingöl gibi “PKK çizgisi”nin hep etkin olduğu bir şehirde, Erdoğan'ın partisi yüzde 71 gibi muazzam bir oy oranına varmış durumda. Kürt hareketinin merkezi sayılan Diyarbakır'da ise AK Parti yine patlama yaparak 2002'de 68 bin civarında olan oylarını yaklaşık 190 bine çıkarmış durumda. DTP 220 bin oy ile hâlâ önde ama 2002'ye göre gerilemiş durumda.
“Bu bölgede sadece iki parti var” diyor AK Parti'nin başarılı Diyarbakır İl Başkanı ve çiçeği burnunda milletvekili Abdurrahman Kurt. “Bir biz, bir de DTP.” Gerçekten de CHP ve MHP'nin bölgede esamesi okunmuyor. Diyarbakır'da her ikisinin de oyu yüzde 2'yi geçmiyor. Köy korucusu Hacı Ulaş Bey'in mezrasında ise toplam 440 kadar geçerli oyun 326'sını AK Parti alırken CHP'ye sadece iki oy çıkmış. “Onu da bizim kadınlar yanlışlıkla basmıştır” diyor Hacı Bey'in bir akrabası: “Bizim köyden CHP'ye oy çıkmaz.”
Halk Nasıl Kazanılır?
Peki Kürt vatandaşlar neden AK Parti'ye teveccüh gösterirken CHP'yi boykot ediyorlar? Ve Kürtçü siyaset yapan DTP'nin oyu, AK Parti karşısında niçin azalıyor?
Bunun çeşitli sebepleri var. Birincisi, AK Parti'nin başarılı iktidarı ve bölgeye götürdüğü etkili hizmetler. Zihin ve mesailerini daha çok ideolojik meselelere harcayan DTP'li belediye başkanları pek tatminkâr bir sınav verememiş durumdayken AK Partili belediyeler büyük takdir kazanmış. Bu hizmetler, ekonomik getirisi yanında, bir de bölge halkına “insan yerine konma” duygusu veriyor. Bu, devletin bugüne dek çok iyi başaramadığı bir iş.
Öte yandan AK Parti'nin MHP ve CHP gibi “devlet partileri”nde rastlanan “Türkçü” söylemden uzak durması, Kürt kimliğine saygı gösterdiğini vurgulaması ve Kuzey Irak konusunda militarist eğilimlere prim vermemesi de bölgede büyük sempati toplamış durumda. Bunun üzerine bir de AK Parti'nin muhafazakâr kimliği eklenince, zaten büyük ölçüde dindar olan bölge halkı, kime yöneleceğini tespitte zorlanmıyor.
Özgürlükler Genişletilmeli
Makamında ziyaret ettiğim Diyarbakır Valisi Efkan Ala, bölgenin sorunlarının devletin daha kucaklayıcı ve “liberal” olmasıyla çözüleceği kanısında. Alışılmış ciddi ve resmi vali profilinden farklı olan, halkla iç içe çalışan ve bu nedenle de Diyarbakır'da sevilen Ala, Türkiye'nin Kürt sorununun ancak bireysel özgürlüklerin genişletilmesi ve tam demokrasinin yerleşmesi ile çözüleceğini söylüyor. “Eğer bölgeye özgürlük ve hizmet götürülürse, bölge halkı da buna olumlu karşılık verir” diyor Diyarbakır Valisi: “Bu artık açıkça görülüyor.”
Tüm bunlar, Türkiye'de on yıllardır işitegeldiğimiz “milletin bölünmez bütünlüğü” ilkesinin nasıl korunacağı sorusunu bir kez daha düşünmeyi gerektiriyor. Hatırlarsanız buna verilen cevaplardan biri, ünlü “27 Nisan muhtırası”nda ifade bulmuştu. “Ne mutlu Türküm anlayışını benimsemeyen herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” deniyordu.
Bu, “halkı tehdit etme” yöntemi. Bir de AK Parti'nin denediği “halkı kucaklama” yöntemi var. Ne dersiniz, sizce hangisi daha doğru?