Laikliği Asıl ‘Laikçiler' İhlal Ediyor
[18 Mayıs 2007 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
Son dönemde AK Parti muhalifliği ve “Cumhuriyet teorisyenliği” ile öne çıkan Radikal yazarı Sayın Gündüz Aktan, “AKP iddia ettiği gibi laikse,” demiş, “Anayasa'nın 24. maddesindeki tüm unsurları tek tek benimsediğini sözle ve uygulamayla kanıtlamalı”.
Bu talebi değerlendirmek kuşkusuz AK Partililerin işi. Ama laiklik konusunda kendilerini kanıtlaması gereken başka çevreler de var. Bunların başında da, “laiklik elden gidiyor” diyerek Ankara kurumlarında ve memleket meydanlarında kükreyenler, diğer bir deyimle “laikçiler” (yahut “laik fundamentalistler”) geliyor.
Bunu görmek için önce Sayın Aktan'ın atıfta bulunduğu 24. maddeye bakalım. Buradaki en kritik nokta, “kimsenin devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramayacağı” hükmü. Dikkat ederseniz bu hüküm DEVLETin düzeni ile ilgili; TOPLUM ve BİREYLER ile ilgili değil. Yani devlet dine dayandırılamaz; ama toplumda ve bireylerin yaşamında dinin etkisi ve rolü olabilir. Vatandaşlar, isterlerse tümüyle “dine dayalı” bir yaşam sürebilir, buna göre de kendi aralarında kurumlar, cemaatler, dini hareketler oluşturabilirler. Tabii başka vatandaşlar da tümüyle “din-dışı” bir yaşam kurabilir ve buna göre toplumsal oluşumlar meydana getirebilirler. Bir arada yaşamalarının formülü de hoşgörü ve çoğulculuktur.
Zaten kendisine varmak istediğimiz “muasır medeniyet”te laikliğin anlamı budur: Devlet, ne dine dayanmalı, ne de ona muhalif olmalıdır. Amerikan Anayasası'nda laikliği düzenleyen maddede şöyle denir: “Kongre (Amerikan Parlamentosu) ne dinin empoze edilmesini öngören ne de dinin özgürce yaşanmasını engelleyen bir kanun çıkaracaktır.”
‘Kültür'ü Dinden Bağımsızlaştırmak'
Şimdi gelelim “laikçi”lere. Bu kavramı “laik devlet ilkesini savunanlar” anlamında kullanmıyorum; onu ben de savunuyorum. (Zaten laikliğin din için de iyi olduğunu düşünüyorum.) Kast ettiklerim, laiklik ilkesini anlamından saptırarak “toplumun ve bireylerin dinden uzaklaştırılması” bunun yerine “laik yaşam biçimi”nin dayatılması şeklinde yorumlayanlar.
Bir örnek görmek isterseniz, Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu'nun İdari Yargı Günü'nde yaptığı konuşmaya bakabilirsiniz. Bu konuşmada pek fark edilmeyen ama çok ilginç bir detay vardı: Sayın Çörtoğlu, laf arasında, “laikliğin eğitimin, KÜLTÜRÜN, hukukun, dinden bağımsız olması.. anlamı taşıdığını” söyleviyerdi.
Bu çok vahim bir laftır, çünkü “kültür” devletten çok toplumun malıdır ve “kültürü dinden bağımsızlaştırmak” gibi bir hedef, dine karşı tarafsız olan laik demokrasilerde değil, ona muhalif olan laik diktatörlüklerde görülür. Örneğin Mao uğraşmıştır “kültürü dinden bağımsızlaştırmak” için, ünlü ve kanlı “Kültür Devrimi”yle...
Sayın Çörtoğlu'nun ağzından çıkan bakla, aslında Türkiye'de onyıllar sürdürülen bir “yutturmaca”nın ifadesidir: Laik devlet ilkesi, Anayasa'daki anlamının dışına çıkarılarak, dinin toplumsal varlığını baskı altına almak ve dindarları devlet yönetiminden olabildiğince uzak tutmak için kılıf olarak kullanılmaktadır.
Nedir Sorun?
Peki nedir söz konusu “laikçi”lerin dinle, özel olarak da İslam'la sorunu?.. Burada iç içe geçmiş iki ayrı motivasyon var: Birincisi, pozitivizm ve materyalizm gibi din karşıtı felsefeler. Bunlara inananlar, dinin “terakkiye mani” olduğu ve modernleşmeyle birlikte ortadan kalkması gerektiği yönündeki “modernist dogma” ışığında düşünürler. Gerçi bu dogma Batı dünyasında çoktan sorgulanmış ve büyük ölçüde terk edilmiştir, ama onların bildiği “Batı düşüncesi” 20. yüzyılın ilk yarısında ithal edilip sonra da dondurulmuş bir Avrupa kesitinden ibarettir.
İkinci motivasyon, ilki gibi felsefi değil “sınıfsal”dır ve Türkiye'ye özgü bir “sosyolojik durum”dan kaynak bulur: Laikçiler genellikle “kentli”dirler ve çoğu taşra kökenli olan dindarları kendilerince “köylü” görmekte ve “itici” bulmaktadırlar. Şimdiye dek sahip oldukları yazılı olmayan “birinci sınıf vatandaşlık” statüsünü de onlarla paylaşmak istememektedirler.
Türkiye'nin laiklik konusundaki gerilimlerden kurtulması için, bu kavramın, üzerine yüklenen tüm bu felsefi/sınıfsal anlamlardan arındırılması ve Anayasa'nın maksadına uygun biçimde, “dine karşı tarafsızlık” şekilde anlaşılması lazım. Sayın Aktan gibi laiklik konusunda hassas kalemler işin bu yönüne de el atsalar ne iyi olur. Mesela yine 24. maddede “kimse... dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz” hükmü de var. Peki acaba kimler sürekli kınanıyor ve hatta açıkça aşağılanıyor bu ülkede “örümcek kafalılar” veya “sıkmabaşlar” diye?