“İslamcılık'ı ateşleyen şey, Kur'an değil. Problem, ortada (radikalizmden) başka bir opsiyon kalmamış olması ve de ne yazık ki Batılı devletlerin geçmişte ve günümüzde yaptıkları hatalar, dünyanın kalan kısmına değer vermemeleri... Çözüm daha fazla askeri güç, kalın sınırlar ve insanlık dışı işkencelerde değil, sadece kendimize ait sandığımız insanlığı ‘öteki'lere verebilmekte.”Ve işte böyle insanları “Batılı emperyalistlerin ajanı” diye öldürenler ve dahası bu vahşetin ideolojisini körükleyenler var. Türkiye için asıl tehdit, işte onlar...
Hıristofobi Eken Vahşet Biçer
[Derin Düşünce sitesinde yayınlandı]
Son yıllarda sık sık Batı'daki “İslamofobi” tehlikesinden söz ediyor, İslam'a ve Müslümanlar'a yönelik korku ve nefret duygularından yakınıyoruz. Bunda da haklıyız elbette. Ama öte yandan iğneyi kendimize de batırmak ve son yıllarda Türkiye'ye giderek büyüyen “Hıristofobi”yle yüzleşmek gerekiyor.
Malatya'daki insanlık dışı cinayetlerin sorumlusu, hayali “karanlık mihraklar” değil, Türkiye'deki bazı çevrelerde cinnet boyutlarına varmaya başlamış olan Hıristofobi'dir. Eğer siz topluma, ülkenin yeni bir “Sevr”in eşiğinde olduğunu, vatanın satıldığını, dinin elden gittiğini, Hıristiyan misyonerlerin de bu “hayasız akın”ın beşinci kolu olduğunu telkin edip durursanız, durumdan vazife çıkaran lümpen faşistler de Hıristiyan avına girişirler. Tandoğan'daki kara cübbelileriniz “emperyalizmin yeni Haçlı Seferi”ne dair nutuklar atarsa, Malatya'daki “kara gömlekliler”iniz de haça inananları doğramaya koyulur.
Kuşkusuz Türkiye'deki Hıristofobi en son “Tandoğan”la sembolleşen “ulusalcılar”la sınırlı değil. İslami kesimin bir kısmında da aynı sorun var. Ancak işin ilginç tarafı, sorunu üretenlerin daha ziyade ilk gruptan olması. Hadi Uluengin, Hürriyet'teki köşesinde, “misyoner nefretinin” Türkiye'ye “dini veya İslami yaftalı herhangi bir örgüt ve kişi değil, tam tersine, ‘ultra laik' geçinen o ‘Maocu-Ulusalcı' taife” tarafından sokulduğunu, ancak “saftirik ve fanatik bir ‘İslami kesim'in de tongaya basmakta olduğunu” söylemiş ki, haklı. (Basılan “tonga”, Türkiye'yi tek tip insanlardan oluşan, dünyaya kapalı bir “Kuzey Kore light” yapma projesi. Bu projenin dindar Müslümanlara, yani “mürteciler”e hoşgörüsü olmadığı gibi, başka dine geçenlere de tahammülü yok.)
Hıristofobi'nin en önemli unsurunu oluşturan “misyoner nefreti”nin temel gerekçesi, bunun dini değil siyasi amaçlara hizmet ettiği düşüncesi. Bu ise, Osmanlı'nın son dönemindeki siyasi amaçlı misyonerlik çabalarından gelen bir toplumsal hafızadan kaynaklanıyor. (Zaten bizde, günümüz dünyasını olduğu gibi anlamaya çalışmak yerine, geçmiş dönemlere indirgeyerek karikatürleştirmek eğilimi çok güçlü.)
Misyonerlik ‘Emperyalizm' Değil
Oysa 19. yüzyıldan bu yana çok şey değişmiş durumda. O zaman misyonerlik Batı yayılmacılığı ile atbaşı gitmiş olabilir. (Bu olgunun, Anadolu'nun Türkleştirilmesine öncülük eden ve kendileriyle gurur duyduğumuz “Anadolu Erenleri”nden ne derece farklı olduğu ise, tartışmaya değer.) Ancak günümüzde Hıristiyanlıkla tanımlanan bir “Batı” pek kalmamış durumda. Avrupa ülkelerinin çoğu, post-Hıristiyan denilen bir evrede. Hıristiyanlar, Avrupa'yla birlikte “emperyalizm”e kalkışmak bir yana, orada tutunmaya çalışıyorlar. Yaşlı kıta, “Haçlı”dan çok haçsız vaziyette.
ABD'nin ise Avrupa'ya göre çok daha dindar ve Hıristiyan bir ülke olduğu doğru. Ancak, bizdeki algının aksine, Amerikan devleti ile kiliseler arasında kalın bir duvar var. Ülkedeki hiç bir kilise devletten yardım almadığı gibi, onun pek çok politikasıyla da çatışıyor. Dahası ABD'deki en muhafazakar Hıristiyanlar; kürtajı serbest bırakan, “okul duası”nı yasaklayan, eşcinsel evliliğine izin vermenin kıyısına gelen federal hükümeti “şeytanın hakimiyetine girmiş” sayıyorlar.
Kısacası Batı Hıristiyanlığı, “Batı emperyalizmi”nden tümüyle değilse de önemli ölçüde bağımsız bir güç. Bu durum, her türlü dini hareketi “sermayenin” hizmetindeki bir “üst kurum” zanneden sol ulusalcılar, veya kendi pratiklerinden hareketle “devletin” hizmetinde zanneden sağ ulusalcılar tarafından anlaşılmayabilir. Ama dindar Müslümanlar, insanların şu veya bu “siyasi emel”e değil, sadece inandıkları kutsala hizmet etmek için çaba harcayabileceğini görmeli. Misyonerler için, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun dediği gibi, “Dinlerini anlatmak en doğal hakları” diyebilmeli.
Bakın, Malatya'da katledilen Hıristiyanların “manevi kardeşi” olan Türk Protestan Ziya Meral, “Batı Hıristiyanlarına Mektup” başlıklı yazısında İslam'ı bir şiddet dini zanneden Batılıları eleştirerek şöyle diyor: