[15 Şubat 2007 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
Muhafazakar düşüncenin fikir babası ve Jakobenizm'in en güçlü muhalifi sayılan İngiliz düşünür Edmund Burke'ün vatanseverlik hakkında iyi bir sözü vardır. “Ülkemizi sevmemiz için” der Burke, “onun sevilebilir olması gerek.” Milliyetçilik meselesini yeniden tartıştığımız günümüz Türkiyesi'nde bu özlü ifadeyi hatırlamakta yarar var.
Malum, Türkiye'de kendini “milliyetçi” veya “ulusalcı” olarak tanımlayan çevrelerin en belirgin vasfı, “vatan” kavramına yaptıkları vurgudur. Kullandıkları söylem içinde “vatan” en kutsal değer olarak kabul edilir.
Bunun kaçınılmaz bir sonucu, “vatan uğruna” yapılan herhangi bir eylemin doğal meşruiyet kazanmasıdır. Bu eylemler hukuk dışına taştığında, suç boyutuna girdiğinde bile, “niyet” düzgün olduğu için failleri pek kötülenmez.
Hatta bazı aşırı örneklerde, “Hepimiz Ogün Samast'ız” diyenlerin yaptığı gibi, övülerek göklere çıkarılır. İyi ama ya “vatan için” yapılan bu gibi eylemler vatanı “sevilebilir” olmaktan uzaklaştırıyorsa?
Bu soruya iki farklı cevap verilebilir: Birincisi, “o zaman vatanı yeniden sevilebilir hale getirmek gerekir” cevabıdır. Burke gibi düşünen, bir başka deyişle “geleneksel” değerlere inanan muhafazakarlar böyle derler. “Evrensel” değerlere inanan liberaller veya hümanistler de öyle diyeceklerdir.
Ama ikinci cevap farklıdır. Buna göre vatanın “sevilemez” hale gelmesi imkansızdır. Vatan, tanımı gereği, ölesiye sevilen ve alabildiğine kutsanan bir değerdir. Onu sevmemek için ancak “hain” olmak gerekir. Öyle olanlar da tez zamanda vatan topraklarından kovulmalıdır.
Aşırı Vatanseverliğin Çıkmazı
Dikkat ederseniz, bu ikinci cevap, aşırı vatanseverliğin içine düştüğü bir çıkmazı ortaya çıkarmaktadır: Vatanı en kutsal değer sayanlar, onu “sevilebilir” kılmak için çaba harcamaya gerek duymaz, bu yüzden de onu daha iyi hale getiremezler. Çünkü vatanı daha iyi hale getirmek için ondan başka değerlerinizin de olması zorunludur. Örneğin adaletin, hakkaniyetin veya insan haklarının kutsallığına inanmanız gerekir ki, vatanı bu değerlere göre eleştirip dönüştürebilesiniz.
Kutsal değer olarak sadece “vatan”a (veya “Türklük”, “millet”, “devlet” gibi benzeri siyasi kavramlara) inananların durumu, çocuklarını aşırı derecede seven ama bu sevgiden başka pek bir değere sahip olmayan anne-babalara benzer. Bu gibi ebeveynler, çocukları sınıftaki bir arkadaşını patakladığında, “aferin benim oğluma, koç gibi” derler. Onu kenara çekip “utanmıyor musun, arkadaşına haksız ettin” demezler. Böylece çok sevdikleri çocuklarını çok kötü yetiştirir, onu şımarık bir zorba yaparlar.
İşte bugün Türkiye'de “vatan için” eşkıyalık yapan veya böyle yapanlara özenen genç kitleler, kendilerine “vatan”dan başka hiç bir kutsal değer sunmamış, veya var olan geleneksel değerleri onun aracı haline getirmiş zihniyetlerin yetiştirdiği çocuklar. Birisi onlara “gelin vatan için bir-iki Ermeni vuralım” deyince, veya benzeri zorbalıkları önerince, “ama bu haksızlık, zalimlik, vicdansızlık” diyecek ahlaki kıstaslara sahip değiller.
‘Türk Doğrudur'un Sonu
Oysa bu topraklarda hak, adalet, merhamet, hoşgörü gibi değerler vardı ve altı yüzyıllık “Osmanlı Barışı” da bunlara dayanıyordu. Osmanlı sonrasında bu değerler toplum yaşamının dışına itildi ve yerine siyaset bilimcilerin “ulus kültü” dediği şey kondu. Toplumsal ahlak, “Türk doğrudur”, “Türk merttir” gibi vecizelere dayandırılmak istendi. Oysa bu, zayıf bir temeldi: “Türk doğrudur” düşüncesi, kolaylıkla “Türk'ün her yaptığı doğrudur”a dönüşebilirdi ve bazıları için öyle de oldu.
Bugün artık görebiliyoruz ki, sadece “ulus kültü” üzerine toplumsal ahlak kurmak pek mümkün değil. Bir başka deyişle, Türk'ün “Türklük”ten bağımsız bir ahlaki değerler manzumesine ihtiyacı var. Liberal ve sosyal demokrat aydınlar, bu değerleri Batı medeniyeti içinde gelişmiş olan insan hakları, demokrasi, çoğulculuk gibi kavramlarda buluyorlar.
Bu kavramlar iyi, hoş, ama Türk toplumunun bir kısmına biraz yabancı ve ithal geliyor. Oysa bunların karşılıkları veya en azından öncülleri geleneksel İslam/Osmanlı kültüründe de var. İşte söz konusu geleneksel değerlerin temsilciliğini üstlenen muhafazakar düşünce ve siyaset Türkiye için çok önemli.
Liberal/sol aydınların “ırkçılık” hakkındaki yakınmalarına “boğaza karşı viski içenlerin lakırdısı” denebilir, ama aynı şey Tayyip Erdoğan için denemez. Veya “soydaşlık” söylemi üzerinden Kuzey Irak'a karşı ırkçı ve militarist bir dış politika savunanları, başka hiç bir şey, Abdullah Gül'ün “Türkmenler de Kürtler de bizim akrabamız” sözü kadar boşa çıkaramaz.
Hükümet, doğru çizgide. Vatanımızı daha “sevilebilir” kılmak isteyenler de bu çizgiye destek olmalı.