İslam Ve Şiddet
"Bir Ortaçağ Hitler'i: Cengiz Han" başlıklı yazım üzerine bazı okurlardan “ama İslam tarihinde de katliamlar var” diye özetlenebilecek itirazlar geldi. Ancak bu itirazların sahipleri bir kaç yönden konuyu ıskalıyorlar ve neden öyle olduğunu açıklamakta yarar var.
Hemen her medeniyetinki gibi İslam'ın da tarihinde karanlık şiddet sayfaları vardır. Ancak bunları okurken öncelikle iki farklı şeyi birbirinden ayırmak gerek: Müslümanların İslam'a rağmen uyguladıkları şiddet ile İslam nedeniyle uyguladıkları şiddeti. İlkinden kastım, kimliği Müslüman olan kimi birey ve toplulukların İslam dışı bir takım ilke ve amaçlarla uyguladıkları şiddet. Örneğin Saddam Hüseyin bir Müslümandı, ama halkına uyguladığı şiddet İslami bir dayanağa ve amaca sahip değildi.
İkincisi, yani İslam nedeniyle uygulanan şiddet ise, “cihad” doktrini gereğince, yani dini bir dayanak ve amaçla yürütülmüş savaşlardır. Bazı Müslümanlar cihadın sadece “savunma savaşı” anlamına geldiğini savunular ve ben de öyle anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Ancak İslam tarihinde cihad doktrini sadece savunma değil yayılma amaçlı savaşlar için de kullanılmıştır. “Fetih” derken zaten bu yayılmayı kast ediyoruz.
Birileri çıkıp İslam fetihleri sırasında öldürülen insanları, kesilen başları anlatabilir. Buna itiraz edecek değilim; sadece bunların savaş hukuku açısından “normal” olduğunu söyleyebilirim. Savaş, karşı taraftan adam öldürerek onu teslim olmaya zorlamak için yapılır. Bugün bu iş tank, tüfek ve bombalarla yapılıyor, geçmişte de kılıçla yapılırdı. Zaten Müslümanların fetih stratejisiyle dünyaya yayıldıkları dönemde, herkes kılıçla savaşıyor, kelle kesiyordu. Bu, “normal”di.
Ancak burada İslam medeniyetini Moğollar (ve Haçlılar) gibi barbarlardan ayıran çok önemli bir nokta vardır: Sivil-asker ayrımının gözetilmesi, bu konuda detaylı bir savaş hukukunun geliştirilmiş olması. Kuran'ın “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin” (Bakara, 190) gibi emirleri ve Hz. Peygamber'in savaşlarda kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve din adamlarına dokunulmaması yönündeki açık talimatları üzerine gelişen İslam hukukunda, savaş sırasında sivillerin hedef alınmaması ilkesi oturmuştur. Ortaçağ İslam alimlerinin bazıları, kuşatmalar sırasında mancınık kullanılmasına bile onay vermemişler, çünkü bunun şehirdeki masumları da öldürebileceğini düşünmüşlerdir.
İşte bu nedenle İslam'ın fetih savaşları, pagan Moğollar'ın hiç bir ölçü ve ahlaka sığmayan vahşeti ile karşılaştırılamaz. İslam'ın savaş hukuku, böylesi bir hukuktan yoksun olan Haçlıları da etkilemiş, özellikle Selahadin Eyyubi'nin Kudüs'ü Haçlılardan kurtarırken sivillerin kılına bile dokunmayışı, Avrupa'da büyük bir hayranlık ve saygı uyandırmıştır.
Yine aynı nedenle bugün El Kaide gibi İslamcı terörist örgütlerin kadın-çocuk ayrımı yapmaksızın giriştikleri saldırılar, İslam geleneğine aykırıdır. Bir “bidat” ve sapmadır. İslam'a karşı “oryantalist” tavrı bilinen Bernard Lewis gibi Batılı tarihçiler de bunu teslim eder. (“Niye Batılı tarihçilerden alıntı yapıyorsunuz” gibi itirazlar getirenler de var; İslam'ın taraftarı olmalarına gerek olmayan insanlar oldukları için onlardan alıntı yapıyorum, bunun bile itiraz sebebi olması çok enteresan.)
Tüm bunların üzerine eklenmesi gereken bir diğer önemli gerçek de, İslam fetihleri sonucunda ele geçirilen topraklarda “zorla din değiştirme” yoluna gidilmemiş olmasıdır. Ele geçirilen ülke halkları, İslam yönetimini kabul edip “cizye” vergisi ödedikten sonra, inançlarında ve yaşam biçimlerinde serbest bırakılmışlardır. Hatta tarihçiler, bu nedenle Bizans egemenliği altında yaşayan ve baskı gören bazı “heteredoks” (çizgi dışı) Hıristiyan cemaatlerin, İslam fetihlerini sevinçle karşıladıklarını belirtir.
Son olarak tüm bu meseleleri çok detaylı bir şekilde inceleyen İngilizce bir makalemi tavsiye edeyim: "Still Standing For Islam-and Against Terrorism". Bu yazının hikayesi de ilginçtir. El Kaide'nin Irak'taki “kafa kesme” eylemlerinin zirvede olduğu dönemde, yani 2004 yazında, Amerikan National Review dergisinde "An Islamic Condemnation of Al Qaeda Killings‚Ä®" (El Kaide Cinayetlerin İslami Yöndenden Kınanması) ve "Al Qaeda vs. the Koran‚Ä®" (El Kaide Kuran'a Karşı) başlıklı iki makale yazmıştım. Bunun üzerine ABD'nin en koyu anti-İslami ideologlarından biri olan Andrew Bostom, beni çürütmeyi hedefleyen çok uzun (8000 kelimelik) bir makale yazdı ve fanatikliği ile meşhur Frontpage dergisinde yayınlandı. Ben de bu yazıya 12.000 kelimelik bir cevap hazırlayıp aynı dergide yayınlattım.
Yukarıda belirttiğim "Still Standing For Islam-and Against Terrorism" başlıklı yazı, işte bu. Burada, Bostom'un “İslam vahşeti” örneği olarak gösterdiği tarihsel olayları tek tek inceleyip, çoğunun aslında Müslüman kimlikli insanların İslam'a rağmen işledikleri katliamlar olduğunu ortaya koydum. (Örneği Bostom'un “bir cihad katliamı” olarak anlattığı Selanik'in 904 yılındaki yağmalanmasının “cihad”la filan ilgisi olmadığını, bunun Müslüman korsanların işi olduğunu, bu adamların İslam'la ilgisinin de Karayipler'deki “Hıristiyan korsanlar”dan daha fazla olmadığını gösterdim. Bostom, sustu.)
Bu siteye gelen bazı yorumlar da gösteriyor ki Bostom ile aynı dalga boyunda düşünen Türkler de var. (Zaten Türkiye'deki bazı çevrelerin İslamofobi konusunda pek kimselere pabuç bırakmadığını düşünmüşümdür hep.) Onlara tavsiyem, meseleye atgözlüklerini çıkararak bakmaları. Hemen her medeniyetin tarihinde olduğu gibi İslam'ın tarihinde de şiddet vardır. Ama İslam hukuku, bu şiddete önemli kısıtlama ve sınırlamalar getirmiş, sivillerin yaşam hakkına büyük özen göstermiştir. Bunu görmek için Müslüman olmak da gerekmez; sadece “Müslüman düşmanı olmamak” yeter.